© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Çek Cumhuriyeti’nden Türkiye’ye

Çek Cumhuriyeti’nden Türkiye’ye

1993 yılında Çekoslovakya’nın bölünmesiyle doğmuş bir ülke Çek Cumhuriyeti… AB sürecinde Türkiye’nin büyük destekçilerinden olan Çek Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçisi Eva Filipi ile büyükelçilik serüvenini, Türkiye’yi ve ülkesini konuştuk…

Nasıl büyükelçi oldunuz diyerek başlayalım isterseniz…
Eva Filipi
: Dışişleri Bakanlığı’na gidip merhaba ben geldim ve büyükelçi olmak istiyorum diyerek olmuyor. Ciddi bir birikime ihtiyacınız var. Bazı erdemlere sahip olmanız gerekiyor. Aslında, diplomatik hayatta, birçok atanma yaşıyorsunuz büyükelçi olmadan önce. Ancak benim durumum biraz daha farklıydı. Çünkü 1989 yılında ülkemde büyük değişiklikler oldu. 89 yılının Kasım’ında sonucunda Komünist yönetimin düşürüldüğü bir devrim gerçekleşti. Bu değişiklik, Dışişleri Bakanlığı’na da yansıdı. Zaten eğer sistemde ideolojik, politik ve ekonomik anlamda değişiklikler oluyorsa, önceden çalıştığınız insanlarla çalışmaya devam etmeniz mümkün olmuyor. Bu yüzden, o zamanlarda komünizm sonrası ilk bakanlar tarafından atandım.  Çok heyecanlı ve istekliydim, çünkü uygulanan totaliter rejimse eğer bazı halkalara dahil olmalısınız ve ben bu tarz bir halkaya dahil olmadıkça komünist partinin bir üyesi olamazdım ve dolayısıyla diplomat gibi ya da buna benzer bir mesleğe mensup olamazdım. Başlangıçta beni Irak’a gönderdiler, o zaman benim çalışkan bir insan olduğumu fark ettiklerinde benim pozisyonumu değiştirdiler ve büyükelçi oldum. Normal demokratik ülkelerde üniversiteden sonra mezun olanlar kariyerlerine diplomat olarak başlıyorlar ve kariyerlerine devam ediyorlar. Fakat bizim durumumuzda bu biraz daha farklı. Bildiğiniz gibi şu an biz değişimin yirminci yılını kutluyoruz.

Daha önce çalıştığınız ülkelerle Türkiye’yi karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
E.F
: Daha önce Irak ve Lübnan’da çalıştım. Uzmanlık alanım Orta Doğu. Bağdat’la ya da Beyrut’la karşılaştırıldığında Ankara çok farklı bir şehir. Bağdat, Ankara’dan kötüydü diyemem. Her şehrin kendine göre bir güzelliği var. Eğer hayatınız bir ülkeden diğerine taşınma üzerine kuruluysa “Ben bu ülkeyi sevmedim!” deme lüksünüz yok. Ya sevecek bir şeyler bulacaksınız ya da o ülkeye gitmeyeceksiniz. Her ülkenin kendine göre avantajları ve dezavantajları var. Üniversitedeyken hocalarımdan biri çok önemli bir öğüt vermişti; eğer seninkinden değişik bir kültüre sahip bir ülkeye gidiyorsan kafanı değiştirmeye çalış ve gördüklerini bir Orta Avrupalı gibi yorumlayıp, yargılama. Eğer yabancı bir ülkede mutlu olmak istiyorsanız, o ülkedeki yaşam şeklini kabul etmeniz ve buna uymanız gerekiyor. İki ülke arasında karşılaştırma yapmak gereksiz. Türkiye renkli bir karışım gibi. Avrupa’dan da bir şeyler bulabiliyorsunuz, Asya’dan da. Mimarisi, mutfağı, insanları… Karşılaştırma yapmak çok zor. Çok renkli harika bir ülke burası…

Üniversitede Türkoloji Bölümü’nde okumuşsunuz. Bu bölüme sizi yönlendiren şey neydi?
E.F
: Aslına bakarsanız çok karmaşık bir sebebi yok. Üniversitede Türkoloji Bölümü “Orientalistic Studies”, “Eastern Studies” adı altında geçiyordu. İlk etki ağabeyimden geldi. O da İlahiyat Bölümünde okuyordu ve İbranice, Latince ve Yunanca gibi dilleri öğreniyordu. Türkçe, Arapça ve Farsça için vaktim yok bunları da sen öğrenmelisin dedi bana. Üniversitede Modern Türk Edebiyatı ile ilgili sadece bir kitap vardı. O dönem çok az kitabımız vardı Türk edebiyatı üzerine. Yazarın adını hatırlamıyorum ama okuması çok zordu. On sayfa okumaya çalıştım ve sonrasında pes ettim. Ertesi gün sınav vardı ve benim konuyla ilgili hiçbir bilgim yoktu ve bu son şansımdı, eğer sınavı geçemezsem atılacaktım. Ben de Türkçe bir yazar ismi uydurdum. Hocam çok şaşırmıştı ama ucundan sınavı geçebildim. Osmanlı Tarihi ile çok ilgiliydim ve okumam gereken kitaplar Osmanlıcaydı ancak Arapça, Türkçe ve Farsça sözlük bulmak çok zordu. Okuduğum bölüm o dönem için çok ilginçti çünkü çok az insan bu bolümde okuyordu ve ben kendimle gurur duyuyordum. O dönemler hayatımın en keyifli dönemlerinden biriydi. Bir sıkıntım mı var hemen Arapça ya da Osmanlıca el yazmalarına gömülüyordum ve diğer bütün problemleri unutuyor ikinci plana itiyordum.

Duyduğumuz kadarıyla Türk aile yaşamını çok seviyor ve kendinize yakın hissediyormuşsunuz. Bunun sebepleri nelerdir?
E.F
: Aslına bakarsanız bunun sebebi çok basit. Bence Türkiye’de genelde sizin aile fertleri ile aranızda güzel bağlarınız var. Birbirinize çok yakınsınız. Avrupa’da aile fertleri birbirlerine bu kadar yakın değil ve boşanma oranı çok yüksek. Benim düşüncem, sıkı bağlarla birbirine bağlanmış ailelere sahip olmak çok güzel bir şey ama artık bu çok zor gözüküyor. Aslında bu felsefi bir soru. Üstüne çok tartışabileceğimiz bir başlık. Benim ülkemde gençler çok özgürler. Yaşları on altı, on yediyken ailelerinden ayrı yaşamaya başlıyorlar ve biz bunu çok önemsemiyoruz. Bunun sonucunda da insanlar aile yaşamlarına fazla odaklanmıyorlar. Çek Cumhuriyeti’nde ve diğer Avrupa ülkelerinde insanlar genelde çocuk sahibi olmuyorlar. Geçenlerde internette okuduğum bir makalede şöyle bir tespitte bulunulmuş; Avrupa’daki ülkelerde yalnız yaşayan gençlerin sayısı gittikçe artıyor. Önceki kuşak ile karşılaştırırsak kadınlar artık ekonomik olarak daha özgür. Benim annemin kuşağında, baba para kazanan figürdü ve annem üç çocuğuyla evde oturuyordu. Şimdi bu durum değişti. Kadınlar evde oturup beyaz atlı prensini beklemiyor. Türkiye’de de durum böyle. Ama Türkiye’de aile üyeleri arasındaki dayanışma ve birlik duygusu her zaman çok daha iyi. Türkiye’de yaşlılara aile büyüğü olarak çok büyük bir saygı duyuluyor. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı şeyler aslında. Türkiye ile karşılaştırıldığında benim ülkemde aile bağları sizinki kadar sağlam değil. İnsanlar benim ülkemde daha bencil ve egoist. Gençler neden çocuk sahibi olalım diye soruyorlar mesela. Aile bağları denen şey işte benim hoşuma giden… Benim iki tane erkek kardeşim var ve hep bir kontak halindeyiz. Uzakta yaşamak kolay bir şey değil, sevdiklerinizden uzak olmak…

Başkentimiz Ankara hakkında neler düşünüyorsunuz?
E.F
: Ankara’yı çok seviyorum, çok keyifli bir yer. Birçok insan İstanbul’u tercih ediyor ama ben Ankara’yı çok seviyorum. Her şehrin kendine özgü avantajları ve dezavantajları vardır. İşim gereği Ankara’da yaşamak çok avantajlı. İstanbul da çok kozmopolit bir şehir. Gecenin üçünde Taksim’de dolaşabilirsiniz mesela… Hayat aralıksız devam ediyor İstanbul’da aynı New York’taki gibi. Ankara, İstanbul’a göre daha bürokratik bir şehir…

B
oş zamanlarınızı Ankara’da nasıl değerlendiriyorsunuz?
E.F:
Eğer boş zaman bulabilirsem! Türkiye, çok çaba gerektiren, çok ilgi isteyen bir ülke. Bir büyükelçi olarak boş zaman bulmak kolay olmuyor. Ancak kendime yaratmaya çalıştığım boş zamanlarda Ankara Kulübüne gidip spor yapıyorum. Çünkü sürekli kafanızı kullanırsanız vücudunuzun dengesi şaşar, vücudu da çalıştırmak lazım. Bu yüzden Ankara Şehir Kulübünü çok seviyorum. Pilates yapıyorum, yoga yapıyorum. Yapmayı sevdiğim ve vakit ayırmaya çalıştığım bir diğer şey, eşimle beraber ormanda yürüyüş yapmak. Harika bir şey. Bir büyükelçi olarak Ankara’da sosyal hayatım çok yoğun. O yüzden doğa, temiz hava, ağaçların inanılmaz rengi beni rahatlatıyor. Burada doğa bir harika. İki hafta önce Kızılcahamam yakınlarında ormanda yürüyüş yaparken, Işık Dağ yakınlarında ayı gördük. Rüzgar ters estiği için bizim kokumuzu alamadı ve bizi başta fark etmedi. Sanki bir kitaptan fırlamış gibi çok güzel bir hayvandı. Bir hafta kadar önce eşim tekrar gittiğinde aynı ayıyı bu sefer yavrusu ile görmüş. Tabi yanında yavrusu olduğunda koruma güdüsünden dolayı biraz daha tehlikeli bir durum. Geçenlerde BBC’de izlediğim bir belgeselde ayıların insanlarla bir sıkıntısı olmadığı söyleniyordu, bizi çok kaile almıyorlar, diğer hayvanlarla kavga ediyorlar ama siz saldırmazsanız ya da rahatsız etmezseniz insanlarla çok ilgilenmiyorlar. Ama itiraf etmek gerekirse ben bu konuda eşim kadar hevesli değilim. Ben orada korkarak beklerken, o fotoğraf çekmeye çalışıyordu. Allahtan köpekler havlamadı ve hayvanı ürkütmediler.

Tatil için nereleri tercih ediyorsunuz?
E.F:
Türkiye çok büyük bir ülke. Ülkenin tamamını gezmek için çok fazla zamana ihtiyacınız var. Eğer seçebilecek olsam, tatillerimin tamamını özellikle yaz tatilini Türkiye’de geçirmeyi tercih ederim. Ama her sene on dört gün Prag’a gitmem gerekiyor. Ben de biletimi sadece on dört gün için alıyorum ve on dördüncü günün sonunda hemen Türkiye’ye geri dönüyorum. Kuzey, güney fark etmiyor. Dağlarıyla, plajlarıyla çok güzel bir ülke Türkiye. Eğer ülkenize tatile gidiyorsunuz aslında o tatil olmuyor. Büyük bir aileyiz ve her gittiğinizde ailenin tamamıyla görüşüyorsunuz, isten dolayı sürekli dış işleri bakanlığına gitmek gerekiyor, tatil tatillikten çıkıyor. O yüzden burada kalmayı tercih ediyorum.

En sevdiğiniz Türk yemeği nedir?
E.F:
Mantıyı çok seviyorum. Bununla ilgili güzel bir anim var. Yıllar önce üniversiteye giderken bir Türk diplomat aile ile tanışmıştım. Prag’a tayinleri çıkmıştı. Ben de o dönemde Türkoloji Bölümünde okuyordum ve haftada bir iki kere evlerine gidiyordum. Eşi harika yemek yapıyordu. Bir gün manti yaptı ve ben gerçekten bayıldım. Yoğurt, tereyağı ve sarımsak… Biraz ağır oluyor ama çok lezzetli. Börek ve simidi de çok severim. İstanbul’a arabayla giderken yol üzerinde harika restoranlar var. Türk mutfağı genelinde çok lezzetli. Kuru fasulye ve pilav çok severim mesela…

Ülkenize dair en çok neyi özlüyorsunuz? Çek birası, çek yemekleri mesela?
E.F
: Özellikle bir şeyi özlediğimi söyleyemem. Çek birası yerine burada Efes içiyorum ve çok seviyorum. Yemekler burada çok daha lezzetli, Türk yemekleri ile karşılaştırıldığında Çek yemekleri çok da lezzetli değil. Türk yemeklerine çok alıştım. Aslına bakarsanız arkadaşlarımı ve ailemi özlüyorum. En hassas olduğumuz nokta bu sanırım. Ama buna da alışıyorsunuz. Yurt dışında yaşamak çok zor ama iyi bir amaç için yola çıktığımız zaman her türlü zorluğa göğüs geriyorsunuz. Çek Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı’nı Türkiye’de geçirdiğim için çok mutlu oldum çünkü Çek Cumhuriyeti Türkiye’nin AB üyeliğini sonuna kadar destekliyor ve ben de büyükelçi olarak aradaki bağları güçlendirmek için çalıştım.

Son olarak, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkisi hakkındaki düşüncelerinizi alalım…
E.F:
Hayalim, Türkiye’nin AB üyesi olması ve büyük, birbirine bağlı bir kurum olmak. Eğer hayalleriniz varsa bunun için çalışmalısınız. Ülkem Avrupa Birliği içinde “Türk Dostları” ya da “Genişleme Dostları” diye adlandırdığımız grubun içinde. Türkiye çok önemli bir ülke ve AB üyeliğini destekliyoruz. Türkiye, AB için çok faydalı bir ortak olabilir. Ancak AB içinde bazı ülkeler genişlemeden çok yıpranmış ve yorulmuş durumda. Aslında biz de AB’de yeni sayılırız. Bazen bizi de fikirlerimiz farklı diye problemli ülke olarak adlandırıyorlar. Eğer bir söz verdiyseniz bunu tutmanız lazım. 2004 ve 2005 yılında AB bu sözü verdi ve şimdi bundan kaçmaması ve sözünü tutması lazım. Bölünmemeliyiz, aksine birleşmeliyiz benim düşüncem bu…

Yazar Hakkında /

2003 yılından bu yana, hedef kitlesi AB ve A+ olarak belirlenmiş bir çok baskı, web, pr, organizasyon işinde başarılı projelere imza atmış olan MAG hayatın her alanında en iyi olmayı hedefleyen, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek, özel zevkleri olan ve hobileriyle yaşamını renklendiren, sosyal sorumluluklarının bilincinde olan, belirli kesimden kabul ettiği müşterilerine yıllardır sağlamış olduğu yüksek başarı grafiği ile doğru planlanmış bir büyüme ile sektöründeki hayatına devam etmektedir.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.