© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Bağırsak Mikrobiyotası

Bağırsak Mikrobiyotası

Prof.Dr. Metlem Yalınay, TED Ankara Koleji ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji uzmanlık, Tıbbi Biyoloji ve Genetik doktora eğitimlerini tamamlamıştır. Moleküler Mikrobiyoloji ile ilgilenmektedir. Gazi Hastanesi Moleküler Mikrobiyoloji Laboratuvar’ını yönetmektedir. Klimud Tanısal Moleküler Mikrobiyoloji Çalışma Grubu Başkanlığını sürdürmektedir. Klinik Mikrobiyoloji alanında bağırsak mikrobiyotası ve mikrobiyom analizleri ile kilo kontrolü ve sağlıklı yaşam desteklenmesi üzerine çalışmaktadır. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 2005 yılından beri tıp fakültesi yerleşik eğitim programında Eleştirel Düşünme ve Yaratıcı Problem Çözme programı geliştirmiştir. Bu konuda ve İletişim Becerileri üzerine dersler vermektedir. 2005 yılından beri Eleştirel Düşünme ve Sanat Kurul Başkanlığı yapmaktadır. 2007 yılında World Regression Institute’dan Klinik Regresyon Terapistliği uluslararası sertifikası ve düşünme terapisi üzerine eğitimler almıştır. Regresyon terapisi ve şema terapi teknikleri ile çalışmalar yapmaktadır. Halen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmakta ve uluslararası bir programda Klinik Psikoloji doktora eğitimini sürdürmektedir.

Prof.Dr. Yalınay bağırsağın mikrobiyotası nedir? Bu mikroorganizma grubu sağlığımızı nasıl etkiliyor? Hastalıklarla ilişkisi nasıldır? Mikrobiyota gösterilebilir mi? Kendimizi nasıl koruyabiliriz? Sorularının cevaplarını veriyor…

Bağırsak mikrobiyotası nedir?

Bağırsak mikrobiyotası, bağırsakta bizimle birlikte yaşayan mikroorganizma topluluğudur. Bağırsak mikrobiyotası, son yılların en çok araştırma yapılan en güncel konusu olarak ön plana çıkmaktadır. Bağırsak mikroflorası hem mikroorganizma sayısı hem de türleri bakımından bireysel farklılıklar gösteren dinamik bir sistemdir. Doğumdan sonra bağırsaklarımız bakteri, mantar, virüs ve diğer canlılarla hızla kolonize olmakta ve ilerleyen yaşlarda yaşam tarzı, antibiyotik kullanımı, anne sütü, beslenme şekli gibi çevresel faktörlerden etkilenerek o kişiye özel mikrobiyota yapısı oluşmaktadır. Bağırsak mikrobiyotasında yer alan organizmaların hücre sayısı insan vücudundaki hücre sayısının 10 katıdır. İnsanı bu kadar fazla mikroorganizma topluluğuyla birlikte bir büyük bir makroorganizma olarak düşünmek mümkündür ve bu büyük metabolik birlikteliği anlamak karmaşık birçok tıbbi incelemeyi gerektirmektedir.

 

Bu mikroorganizmalar sağlımızı nasıl etkiliyor?

Bağırsak mikrobiyotası sağlık ve hastalıkta insan için önem taşımaktadır. Bağırsak mikrobiyotasının vitamin sentezi, yağ asiti metabolizması, trigliserid metabolizması gibi normal vücut fonksiyonlarına çok önemli etkileri bulunduğuna dikkat çeken Prof.Dr. Yalınay, bu bakterilerin bazı metabolizma ürünlerinin birçok metabolik hastalığa etkisini ve nörotransmitter denilen salgılar yoluyla da bağırsak beyin aksı üzerinden ruh durumumuza da etkisi bulunduğunu vurguladı.

Bağırsak mikrobiyotasının hastalıklarla ilişkisi nasıldır?

Bütün hastalıklar bağırsakta başlar

Prof.Dr. Yalınay yaptığı açıklamada bakterilerin oranlarının kişiden kişiye değiştiğine dikkat çekerek çeşitli çalışmalarda bu bakterilerin çeşitli hastalıklarla ilişkisinin ortaya konduğundan bahsetti. Üzerinde önemle durduğumuz bağırsaktaki mikroorganizma topluluğunun analizi aslında Hipokrat zamanından beri vurgulanmakta olan bir konu. Hipokrat’ın bir sözü var; “Bütün hastalıklar bağırsakta başlar” diyor. Kanser süreçleri, yaşlanma, hipertansiyon, depresyon, günümüzün önemli hastalıklarından bir tanesi olan obeziteye yol açan alt endokrin sebeplerini oluşturan metabolik sendrom, tip 2 diyabet gibi hastalıkların aslında bağırsakta bulunan bakterilerin oranlarının değişikliği ile ilişkili olduğu, üzerinde önemle çalışılan bir alan ve yapılan çalışmalar bize, bağırsak normal florasındaki popülasyondaki dengesizliklerin, kişide biraz önce bahsedilen hastalıklara çok ciddi zemin hazırlayabildiğini gösteriyor.

Mikrobiyota gösterilebilir mi?

Prof.Dr. Yalınay, mikrobiyotanın gösterilmesinde klasik kültür yöntemlerinin, bu bakterilerin çoğunlukla anaerop olmaları sebebiyle yetersiz kalındığına ve moleküler biyoloji alanında güncel gelişen teknolojilerin bu bakterilerin genomları üzerinden bazı çalışmalar yapılmasına olanak sağladığını belirtti. Prof.Dr. Yalınay, açıklamalarında moleküler mikrobiyoloji alanının mikroorganizma topluluğunu gösterebilmek için gün geçtikçe önem kazandığına da dikkat çekti. Bağırsak mikrobiyotasının moleküler mikrobiyolojik yöntemlerle mikrobiyom (mikroorganizma genomu) olarak gösterilebilmesinin, kişisel tıp alanında önemli bir adım oluşturacağını vurguladı.

Nasıl desteklenir?

Bakteri oranlarının desteklenmesi üzerine yoğunlaşan probiyotik ve diyet desteği yaklaşımlarının heyecan verici olduğuna dikkat çeken Prof.Dr. Yalınay bağırsak florasına neyin iyi geleceğini öğrenip belirlemek floranın prebiyotik ve probiyotiklerle desteklenmesi ve öncelikle sağlıklı flora oluşturmak kaydıyla sağlıklı yaşam koşulunu gerçekleştirmenin en güzel yaklaşım olduğunu vurguladı. Günümüzde probiyotik ve prebiyotik adını verdiğimiz desteklerle hâlihazırda tedaviye katkı sağlanmakta. Probiyotik, seçilmiş bakterilerin belli konsantrasyonda hazırlanmasıyla oluşturulmuş formüller, Prebiyotikler ise; bu bakterilerin çoğalmasını sağlayacak lifli bir takım preparatlardır. Gıdalar yoluyla doğal olarak da alınabilir. Prebiyotik, bağırsakta öyle lifli alt bir zemin oluştursun ki, sevdiğimiz insan sağlığına faydalı probiyotik bakteriler çoğalsın.

Hastalık yoktur hasta vardır

Kişinin mikroorganizma oranlarını tespit etmek, o kişiye yönelik tedaviyi de getirir mi?

Herkesin kendi genetik dizilimleri, vücudundaki bakterilerin oranı ve genel bağışıklık sistemi birbirinden farklıdır. Oysa biz hastalara bir sürü tedavi öneriyoruz, antibiyotikler veriyoruz ama artık tıbbın gittiği bir yön var, kişisel tıp. Adım adım gidilen nokta, kişiyi deşifre etmek ve ona uygun beslenme, ilaç önermek. Öyle görünüyor ki, önümüzdeki on yıl içerisinde bağırsak mikrobiyota analizi yaparak, bağırsaktaki bakterilerin oranını görebileceğiz ve bağırsak florasıyla kişinin hangi hastalıklara maruz kalma olasılığı olduğunu tahmin ederek, birçok hastalığın gidişatı hakkında bilgi sahibi olabileceğiz.

Bunun tedaviye katkısına gelince, bu oranlar belirlendiğinde bakteriler üzerinde oynayarak kişiye nasıl destek verebileceğimizi, ön tanıyı kuvvetlendirecek şekilde, bu profilin ne gibi hastalıklara yol açabileceğini saptayabileceğiz.

Aslında Biz Ne Yersek Oyuz

Doğru beslenme nasıl katkı sağlar?

Aslında doğada bu sistemlerin çoğu var. Gıdalardan lahana, soğan, sarımsak gibi besinlerin olumlu katkısı, buradaki popülasyonu arttırıcı etkileri var. Ama doğru beslenmekte güçlük çektiğimiz için destek gerekiyor. Bu noktada nutrigenomik kavramına değinmek istiyorum; yani besinlerin genetiği, genetiğin besinlere etkisine.

Hücrelerimiz çoğalırken DNA’mız yoruluyor, DNA’nın korunmasının, kırıkların azalmasının nasıl sağlanacağı ve DNA tamir mekanizmaları üzerinde çalışmalar yapılıyor. Bu anlamda kanseri de engelleyen bazı kendini ispat etmiş gıdalar var; yeşil çay, brokoli, kırmızı şarap, domates, nar, kara lahana vs. gibi. Ancak elbette ne yaparsak denge halinde yapmamız gerekiyor.

Yapraklar koyulaştıkça antioksidan etkisi artar. Hücrelerimiz bölünürken veya hastalık sırasında mikroplarımız çoğalırken toksik oksijen radikaller oluşur, bir parçalanma ürünüdür bu. Oksijenin bize, sağlıklı hücrelerimize zarar verme potansiyeli olan bir formu. Antioksidanların bunları nötrleyici etkisi vardır. Bu gıdaları almaya devam etmek, korumayı sağlar. C vitamininin de böyle bir etkisi var. C vitamini, selenyum gibi bazı destekleri de almak lazım sisteme.

Normal sağlıklı bir sistem kendini iyileştirir. O yüzden dengeli beslenmenin sağlanması aslında çok yeterlidir. Bu neye yarar? Lifli besinler, sanki bir örtü gibi, bağırsakta iyi güzel bakterilerin tutunmasını kolaylaştırır. Probiyotik bakterileri, insan yaşamına faydalı bakteriler olarak adlandırılabiliriz. Hatta biliyorsunuz yoğurtlara katılmış halde olanları da var. Tabii kişisel farklılıklardan dolayı, kişinin bağırsaklarındaki bakterilerin hangisi az hangisi çok bilmediğinizden, ne derece faydalı tesir alabileceğimiz daha tam net değil.

En azından hamilelik döneminde annenin yediğine içtiğine daha özen göstermesi, bebek doğduktan sonra da buna dikkat edilmesi, bebeğin bağırsak florasının düzgün şekilde oluşmasına büyük katkı sağlıyor. Ayrıca prebiyotik desteğin yine bu dönemde başlamasının çok daha yararlı olacağı ve böylelikle sağlıklı bakterilerin bebeğin bağırsağında yerleşmesinin kolaylaşacağı bir gerçektir.

Nihai hedef, kişisel tıp. Güncel yaklaşım, kişinin profilini ortaya koyup, kişisel tanı ve kişisel tedaviyi uygulayabilmektir.

Yazar Hakkında /

2003 yılından bu yana, hedef kitlesi AB ve A+ olarak belirlenmiş bir çok baskı, web, pr, organizasyon işinde başarılı projelere imza atmış olan MAG hayatın her alanında en iyi olmayı hedefleyen, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek, özel zevkleri olan ve hobileriyle yaşamını renklendiren, sosyal sorumluluklarının bilincinde olan, belirli kesimden kabul ettiği müşterilerine yıllardır sağlamış olduğu yüksek başarı grafiği ile doğru planlanmış bir büyüme ile sektöründeki hayatına devam etmektedir.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.