© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Tımarhanedeyiz

Tımarhanedeyiz

Sağlık çok kıymetli deyip geçiştiririz çoğunlukla. Ancak bir yerlerimize bir dert geldiğinde anlarız; bir cam bardakta çayı keyifle içebilmenin kıymetini…

Dualarımız hep iyileşmek için ya da yaşanılan bir mutsuzluğu aşmak için olur. Oysaki her şey yolundayken teşekkür etmeli hayata ve Yaradan’a. Kendi payıma teşekkür etmekten bir hal oluyorum ama yine de ardı ardına operasyonlar geçirip yeni yıla tadilatla başladım. “Olsun ama” diyorum tazelendim, dipçik gibi oldum. Tüm bu eziyetler içinde yatarken bol bol televizyon izledim ki, akıllara zarar…

Daha önce popüler kültürün doğası gereği, doğru dürüst izlemesem bile haberdar olduğum bu televizyon kişilikleri ve birbirinden deli saçması halleri iyice bir izledim tespitlerim için..

“Yemekteyiz” yarışması Andy Warhol’un kehanetini gerçekleştirircesine, hepsi bir haftalığına bile olsa meşhur olmak için can atan ne kadar arıza varsa beraber sofraya oturduklarını gördüğümüz, seyredilesi bir program öncelikle… Birçok yarışma programının “ego” arızalı jürilerini model almayı pekiyi beceriyor yarışmaya katılanlar. Yarışmanın birbirini tanımayan yarışmacıları hiçbir yemeği beğenmeme desturuyla, daha sofraya oturur oturmaz, pek güzel beceriyorlar eleştirmeyi… Tıpkı pop star, çok star yarışmalarının laf olsun diye eleştiren şahane jürilerini model alır gibi… Bir yarışmada diyelim kadıncağız kestaneli pilav yapmış… “Bunun içindekiler ne?” diye sataşmaya programlanmış birisi, her halinden diğer yarışmacılara tahammül etmeye çalışan ev sahibini ne yapsa da eleştirse bilemiyor… Maşallah oldukça kilolu ve hiç bir şey beğenmeyen, “onu yemem, bunu sevmem” diyen bir başka yarışmacı; ne yemiş de öyle olmuş belli değil ama hiç bir şey yemiyor güya(!) Haftada bir gün anneme babama kahve içmeye uğradığımda hep rastladığım ve Dilber Halası’na bayıldığım Avrupa Yakası’nda hicvetmişlerdi bu deli saçması yarışmayı ve daha o zaman yarışmayı hiç seyretmemiş olduğum halde tahmin etmiştim, böyle olduğunu…

Gülse Birsel’in ellerine sağlık, ilk başlarda ne zaman rastlasam sanki Amerikan sitcom’larından çorlama esprilerin adaptasyonu gibi geliyordu bana senaryoları. Hatta herkes Avrupa Yakası’ndan bahsederken yabancı kalıyordum, yurdum insanlarına… Ancak Şahika karakterini gördüğümden beri ne zaman rastlasam izlediğim dizide, Dilber Hala’nın hallerine bayılıyorum; toplumun cinsel bastırmaları, dedikoduculuğu, riyakarlığı ve kadınların cinsel anlamda ne kadar sıkıştırıldıklarını ne güzel özetliyor ve ne şeker teyze, Dilber Hala… Gülse Birsel’in hallerine ayrıca bayılıyorum. Oyunculuğu böyle gelişir insanın. Ancak daha doğal, daha eğlenceli… Resmen hoşlanıyor muyum ne?… Ekrandaki rolleri de gelişiyor, değişiyor insanların. Ülkenin sağlığı Seda Sayan’a, cinayetleri ve emniyeti Müge Anlı’ya kalmış durumda… Müge Anlı’yı seyrettim, ameliyat sonrası yatağımda. Kendisine verilen ekran rolünün iktidarıyla, karşısında kim varsa ezip geçiyor da, bildiğimiz dedikoducu magazinciye mi kaldı, ülkenin emniyeti? Ayrı konu…

Ekranlarda “Yemekteyiz”, Müge Anlı derken geliyoruz Esra Ceyhan’a… Programa bir doktor katılmış, tüm izleyicilere enerji veriyor. Esra Hanım ve tüm konuklar ekranda yoga yapanları anımsatır hallerle ellerini ovuşturup, enerjilerine bakıyorlar. Neyse ki bu programların çoğunda bir psikiyatrist hazır bulunuyor. Günün bütün programlarından sonra yurdumun haberleri başlıyor. Televizyon gazeteciliğine hep saygı duyduğumuz Sayın Uğur Dündar, anonslarının en can alıcı kısmı, “Şimdi üç dakikalık bir…” diyerek son derece acıklı bir tonda sunduğu, yüzünün düştüğü ve es bıraktıktan sonra “Reklamlar” dediği klasikleşmiş cümlesi… “Şimdi üç dakikalık bir saygı duruşu” diyecek sandığım reklam anonsu beni dağıtıyor… “Yemekteyiz” programı bazı akşamlar haberlerden sonra da yine devam ediyor. Her yarışmacıyı kameraların ayrı ayrı çektiği ve toplumumuzun “arkadan konuşma, riyakarlık, dedikodu” gibi geleneklerini(!) en güzel şekilde özetleyen yarışmada, her biri “bir hafta bile olsa star olacağım” havasında isterik bazı kadınların, yapay konuşmalarını da gözlemleyebiliyoruz… Allah’ıma dua ediyorum; “Sağlığıma kavuştuğumda, sinemaya gideceğim” diyerek… Ancak arada yeni çıkan şöhretlerimize de rastlıyorum, ilk olarak Acun’un yarışmasında rastladığım Ramiz adında bir genç, rap yapıyor. Ayrıca Beyaz, şovunda bu yeni starı sunarken bir takım dizi jeneriklerinde de dinlediğimiz rap ve hip hop meğer yurdumda ne çok sevilmiş daha çok görüyorum… Ancak 50 Cent’in konuk olduğu yarışmada; “Ramiz’e yardım için para toplanıyor.” diye anons edilince böbrek hastası zannettiğim gence albüm yapılması için para toplandığını öğreniyorum… Tüm bu televizyon halleri sırasında Ergenekon haberlerimiz ikinci yılını kutluyor… Hatta Ergenekon’u çağrıştırdığı için Gülben Ergen’in “Hey Benim Paşa Gönlüm” şarkısıyla darbe hazırlığından şüphelenilen Zerrin Özer’in de tutuklandığını görüyorum, meğer ateşim yükselmiş… Haberlerde en çok canımı yakan görüntüler; günlerce Gazze’den gelirken Sayın Emine Erdoğan’ın gözyaşlarını tutamayarak şiir okuduğu ve Gazze’ye yardım amacıyla Ortadoğu liderlerinin eşlerine verdikleri yemeğin mönüsünü öğreniyorum. Somon fümeden fırınlanmış kuzuya kadar hazırlanmış zengin mönüde, belli ki üzüntüden iştahları kesilen hanımların yanında birden “Yemekteyiz” yarışmasında olduğumu hayal ediyorum ve başlıyorum konuşmaya:

“Ben kuzu yemem. Çocuklara ‘Kuzucuklarım’ diyen kaybettiğimiz Canım Sevgili Adile Naşit’i hatırlayarak, çocuklar can derdinde ben fırında kuzu yer halde olamam… Çocuklar ölürken gözyaşlarını tutamayan hanımların iştahlarını bilemem ama ben mönüde imam bayıldı görmek hatta şiir okuduktan sonra bayılmak isterdim. Ayrıca ben somon füme yemem…”

Yazar Hakkında /

Yazarımızın kısa özgeçmişi çok yakında burada, sayfamızda olacaktır.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.