© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Şehirde Yaz

Şehirde Yaz

Birden şu fikir kafama çizgi filmlerdeki koca demir ağırlıklar gibi iniverdi: 30 derecelik sıcakta ofiste çalışırken, yazın gelmesine sevinmek için gerçekten bir sebep var mı? Aklıma iş çıkışı buluşacağım arkadaşlarım ve içeceğim zeytinli Martini gelmese, o an hayatın anlamsızlığı üzerine bir roman yazabilirdim. (Tamam, kabul ediyorum, biraz fazla abartıyor olabilirim.)

Şunu anladım ki, yaz mevsimi bir şeylerle bağdaştırıldığında güzel. Mesela çocukken, Haziran ayının başlaması okulların yakında kapanacağına delaletti ve o üç ay boyunca sürecek, ben diyeyim freni boşalmış bir araba, siz deyin daimi bir dondurma ve haşlanmış mısır tüketicisi olma durumu için heyecan duymak çok normaldi. Sanırım o zamanlarda hissedilen heyecan o kadar güzeldi ki, artık gerek hayatlarımız, gerek yazlarımız eskisinden çok farklı olsa bile, Haziran ayı çağrıştırdıkları ile bizi hala mutlu etmeye devam ediyor. Yoksa düşününce, şehir sıcağında, hele ki denizsiz bir şehirde yaşarken, aslında ne yazık ki yazın gelişi ile ilgili eskisi kadar çok sevinecek bir şey yok. Elbette yapılacak tatillerin hayalini kurmaktan başka… Çok mu karamsar başladık? Hayır hayır, durum o kadar da kötü değil!
Yaz mevsiminin gelişini idrak etmek için eskiden okulların kapanması gerekiyordu; şimdi televizyon izlemek gerekiyor. “Ne alakası var?” diyorsanız hemen söyleyeyim: Yazın gelmesiyle beraber ana haber bültenlerine zayıflama, selülitle mücadele ve Antalya’daki Rus turist haberleri yağmaya başlıyor! Ben Antalya plajlarında güneşlenen Rus kızları gördüm mü, “Eyvah yaz geliyor!” diyorum. Bu, aşılamayan bir kısır döngü bizim için. Biz milletçe bütün kış yemek ve sofra adabı, bütün yaz da selülitlerden kurtulma programı seyrederiz. Bütün yaz saz çalıp oynayan Ağustos Böceği’nin bir uyarlaması gibi, bütün kış mantıları, tatlıları götürüp, sonra yaz geliyor diye üç yaprak aysberg ile nefsimizi terbiye etmeye çalışırız. Victoria’s Secret katalogları ortaya çıkınca, müthiş bir motivasyonla aysberge sarılıp, sonra makarnayla göz göze gelince “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!” ile boy ölçüşebilecek derinlikte düşüncelere dalarız. Benim için sıkıntılı bir süreçtir bu. Hiç sevemedim yemek diye salata yemeyi, belki de o yüzden. Belki de kaderim anaokulu piyesinde Ağustos Böceği olduğum gün yazılmıştır! Söylemeye çalıştığım şu ki, yaz mevsiminin çağrıştırdıkları artık biraz da kendine çeki düzek vermek, forma girmek, bir nevi yenilenmek. Kendime çeki düzen vermeyi sevmediğimi itiraf etmem çok ayıp olur mu? Tamam, üç ay boyunca yaz sefası sürecek olsak, birkaç kilo verelim, sıkılaşalım ama bir-iki hafta tatil yapacağım diye bir ay aç kalmayı da hak etmiyoruz bence. (Biri bana üç ay tatil yapma döneminin kapandığını hatırlatsa çok iyi olacak!)

Çok şükür ki, herkes benim kadar isyankar değil, hatta tam tersine oldukça coşkulu. Şehirde adeta şenliklerle kutlanan yaz başlangıcını anlamak hiç de zor değil. Pazar günleri araç yoğunluğu alışveriş merkezlerinden yeşillik alanlara kayıyor. Güneş ışınlarının perdeleri delerek evlerin salonlarına akın etmesi ile birlikte herkes, bütün kışı kapalı mekanlarda geçirmenin intikamını alır gibi kendini çayır çimen, hatta bazen bulabildiği en küçük yeşilliğe atıyor. (Büyük şehirlerin hasbelkader çimen yetişmiş refüjlerine daha dikkatli bakın, beni anlayacaksınız. Toplumsal aşkımız mangallar, yaz mevsimi ile beraber ortaya çıkıp, şehrin ana alterlerinin refüjlerinde duman saçmaya başlar ve neredeyse bu duman aracılığıyla Kızılderililer gibi birbirimize mesaj gönderebilecek hale geliriz.) Mangalların giremediği nadir yeşil alanlardan biri sevgili okulum ODTÜ’dür. Evet, ODTÜ yönetimi kampüse mangal sokmamayı becermiştir ama aslında bu koskoca yeşil alan bambaşka bir istila tehditi altındadır: Pusetler! Mezun anne babalar da haklı tabii, mangalsız hava sahası olan kampüsü kullanmak onların da hakkı.  Pusetler yüzünden beş yüz metre engelli yürüyüş parkuruna dönen okulum hakkında mızırdanmak, yaz mevsiminin büyük kısmını şehirde geçirecek olmanın huysuzluk katsayımı tavan yaptırmış olmasının sonucu, inanın kötü bir niyetim yok!

“Ayşe ruhumuzu kararttın, şehirde şu Haziran boyu yapacak hiç mi güzel bir şey yok? Sıcak denizlere inemiyorsak, kendimizi eve mi kapatalım?” diyenler olacak. Bakmayın böyle konuştuğuma, ben de öyle eve kapanma taraftarı değilim; öyle zaman mı geçer? Tatile kadar olan kısmı omuz omuza verip, kendimizi oyalayarak atlatacağız! İş çıkışı, hafif serinlemiş havanın tadını açık havada bir şeyler yiyip içerek, iyiden iyiye uzamış günlerin hediyesi geç batan güneşin etkisiyle “gün hemen bitti hissiyatı”ndan mümkün olduğunca uzaklaşarak çıkaracağız.

Şehrin popüler mekanlarından bazıları indirimli seçenekler sunuyor. Birkaçını sıralamak gerekirse:
•    Quick China’da Salı akşamları şaraplar %50 indirimli.
•    Hoks’ta “Life After Work” ile hafta içi 17:00-20:00 arası alkollü içecekler %50 indirimli.
•    House Cafe’de Salı akşamları bayanlara alkollü içecekler %50 indirimli.

Şehirde yaz için başka öneriler:
•    Yaz boyu ODTÜ Vişnelik tesisinde konserler olacak, onları kaçırmamak gerekiyor.
•    Cinebonus Panora’da belli günlerde Firavunun Kızı, Aida ve hattı canlı yayında Maça Kızı gibi ünlü opera ve bale gösterilerini sinema perdesinde izlemek mümkün. Ayağınıza kadar gelen bu fırsattan faydalanmamak olmaz.
•    Spor merkezi üyeliğiniz yoksa bir tane edinmek için daha iyi zamanlama olamaz. Elbette havuzu olan bir tanesini seçmek için daha fazla sebebiniz var.
•    Benim gibi Pazar gününü rehabilitasyon günü ilan edip, (pusetlere rağmen(!) ya da sizin pusetiniz varsa kim tutar sizi!) ODTÜ’de ya da Eymir’de yürüyüş yapabilirsiniz.
•    Arada bir Pazar günleri Gölbaşı’nda mangal yapmaya gidilerek üstteki madde ihlal edilebilir. (Evet, ben de mangal severim. Refüjde olmayanını.)

Yapılacak şeyler hiç de fena görünmüyor, değil mi? Bakmayın esip yağdığıma, ben yazın ölüsünü bile kışa tercih ederim. Sadece okul hayatının ve haliyle üç aylık yaz tatillerinin de sona ermiş olduğunu reddeden bir bünyeye sahibim. İster deniz kenarında, ister şehirde olsun, yaz yazdır. Güneştir, karpuzdur, parmak arası terliktir, mojitodur! Evet, mahalleye gelen süt mısırcı amca ve külahta yenen, üzeri çikolataya batırılmış, fındıkla süslenmiş dondurmanın bizi çılgınca heyecanlandırdığı o günlerden uzak olabiliriz ama bizim de Mojito’muz var! Zaten mısır da GDO’lu! Tamam, Haziran, barıştık, gelebilirsin!

Ayşe’nin Önerileri:
Film: The Talented Mr. Ripley (Bol bol Güney İtalya manzarası!)
Kitap: Mark Twain – Huckleberry Finn’in Maceraları
Müzik: Joe Cocker – Summer in the City (Elbette!)

Yazar Hakkında /

Yazarımızın kısa özgeçmişi çok yakında burada, sayfamızda olacaktır.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.