© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Hollywood’ta Bir Türk Tasarımcı; Şafak Çak

Hollywood’ta Bir Türk Tasarımcı; Şafak Çak

Türkiye’nin adını dünyada gururla temsil eden ve duyuran insanlarla yaptığım röportajlarıma bu ay tasarımcı Şafak Çak ile devam ediyorum.

Şafak Çak, Paris Hilton ve Jennifer Lopez için özel tasarımlar yapınca, bu Türk tasarımcımızın adı tüm dünyaca tanındı. Kendisi hala dünyanın değişik şehirlerinde ve Türkiye’de pek çok başarılı tasarımlar yapmaya devam ediyor. Çok sık seyahat ettiği için buluşmamız pek kolay olmadı. Röportajımı kendi evinde gerçekleştirdik. Evine Çak’s Paradise diyor. En büyük meraklarından biri, çiçek yetiştirmek. İnsana, tasarımcılığın genlerinde olduğunu düşündüren Türk tasarımcımız, dünya basınında da büyük ilgi görüyor. En son New York Times ve Alman Stern dergileriyle röportajlar gerçekleştirdi, diğerleri de sırada bekliyor. Ve ben de kendisiyle siz MAG dergi okuyucuları için buluştum. İşte Türkiye’nin adını dünyada başarıyla temsil eden tasarımcımızın ilginç hayat hikayesi.

Tasarımcı Şafak Çak nasıl bir çocukluk hayatı yaşadı?
İkinci Dünya Savaşı’nda Üsküp’ten ailesi ile İstanbul’a göç etmiş bir aileden geliyorum. Babam beş yaşındayken gelmişler. Yugoslavya’da tüm mal varlıklarını bırakıp geldikleri için zor günler geçirmişler. O sırada babamın babası vefat ediyor. Babamın amcası Kapalıçarşı’da açılıp yatak olabilen büfe şeklindeki ve geçmişte mutlaka herkesin evinde bulunan koltuktan imal edip satmaya başlıyor. Hem imalat hem satış. Babam ve amcam da hem okuyup hem de Kapalıçarşı’da çalışmaya başlıyorlar. Bu iş, kısa zamanda o kadar büyüyor ki o tarihlerde neredeyse iki mobilyacı var ünlü olan; biri bizimkiler diğeri ise Fatih Kıral’ın babası Hüsnü Kıral. Hatta bir ara Kadri Kıral, babası ile anlaşamayıp babamlarla birlikte çalışıyor. Babam ve amcam evlenip mobilyacılığı bireysel olarak sürdürüyorlar. Babam, Türkiye’de yuvarlak yatak satan ilk mobilyacı. Sonrasında ablam ve ben doğuyoruz. Mobilyalar içinde mutlu bir çocukluk geçirirken ortaokulun ilk yıllarında annemi kanserden kaybettik. Hemen sonrasında ablam, birkaç yıl sonra da babam evlendi. O yaşlarda anneyi kaybedince hayata 1-0 eksik başlamak, insanı farkında olmadan olgunlaştıran bir olay.

Lise bittikten sonra tecrübe amaçlı çalışmak istedim. İlk olarak rahmetli Savaş Ay’ın A Takımı programında muhabir olarak işe başladım. Tam bana göre, zevkli ve heyecanlı bir işti. O sırada gene ATV’de Okan Bayülgen, Gece Kuşu diye bir programa başlamıştı. O ekipten Nilgün diye bir arkadaşım, Okan’ın programının yapımcısı olmuştu ve Okan’ın bir asistan aradığını söylemişti. Ben de Savaş Abi’den izin alıp Okan’ın asistanlığını yapmaya başladım. Yaklaşık altı ay sonra Okan, Mimar Sinan Üniversitesi’nin yetenek sınavlarına girmem için çok baskı yaptı.

Yetenek sınavlarına girdim. İki aşamalı sınavların ikisini de kazandım; ancak gitmedim… Okan’ın programından da ayrıldım ve askere gitmeye karar verdim. 1997 senesinde askerden gelip TV işine devam etmek istedim ve Medyapım’a girdim. Fatih Aksoy ve Armağan Çağlayan’dan çok şey öğrendim ve onlarla çok mutlu bir sene geçirdim. 1999 senesinde, merkezi Londra’da olan Royal Art Academy’nin New York’ta şubesi açılacağını duydum ve onun yetenek sınavlarına girdim. Kazandım. Yarım sömestr devam edip Türkiye’ye döndüm. Bu sırada babam, mobilyacılığı bırakıp siyasete atılmıştı ve o zamanki siyasi partilerde baş danışmanlık yapıyordu. 45 sene mobilyacılık yaptığı mağazanın 25 metrekare eklentisi olan ufak bir mağazada 2000 yılında şirketimi kurdum.

Nasıl bir çocuktun, özel yeteneklerin var mıydı?
Hiperaktif bir çocuktum. Üç yaşımda AKM’de piyano konseri vermiştim. Müziğe ve enstrümanlara yatkınlığım çok fazladır. Hala piyano ve davul çalıyorum. Legolarla çok fazla oynadığımı da hatırlıyorum.

Mimariye ilgin nasıl başladı?
Açıkçası mimar olmadım. Doğuştan tasarımcı doğmuşum diyebilirim. İsminin başına “mimar veya iç mimar” denmesi doktor olmadan birine “doktor” denmesi ile aynı geliyor bana. Neticede mimarlık bölümünden mezun olanlar 4-5 sene benden daha fazla ter dökmüş ve bu unvanı hak etmiş insanlar. O yüzden ben kendime “tasarımcı veya mekan tasarımcısı” diyorum. Aslında İngilizce karşılığı ile “interior designer” tam da bana oturan bir unvan. Doğuştan yetenekli bir tasarımcının, bu hayatta her şeyi tasarlayabilme yetisine sahip olduğunu düşünüyorum. O yüzden de son beş senedir konut, anıt, obje veya endüstriyel materyaller de tasarlamaya başladım.
“Tasarım, yukarıdan meleklerin yolladığı mektuplardır ve biz bunu yetenek ve emeklerimizle sizlere hediye ederiz; sadece hayatınıza mutluluk katmak için.” diye bir yaşam felsefem var bu hayatta…

Yurt dışında ve ülkemizde hangi şehirlerde çalışıyorsun?
Yurt dışı: Cannes, Monte Carlo, St Tropez (şu an devam ediyor), Londra, New York, Paris, Los Angeles (şu an devam ediyor)
Yurt içi: İstanbul başta olmak üzere Ankara, İzmir, Hatay, Bursa, Gaziantep (şu an devam ediyor)

Hollywood starlarından hangileriyle çalıştın?
Paris Hilton’a 15 metre büyüklüğünde 50 kişilik fuşya yemek masası tasarımı;
Jennifer Lopez’e bütün dünya turnesi, basın toplantıları ve klibinde kullandığı kırmızı taht; Sting’in New York’ta ki evinin banyoları, mutfak ve eve dokunuşlar.

Tarzını nasıl tanımlarsın?
Şafak Çak’ın tarzı şudur diyebileceğin bir tarzım yok açıkçası. Ben, karşımdaki insanı hayallerindeki eve kavuşturmayı seviyorum. Herkesin tarzı çok farklı, önemli olan bunları kağıda döküp, insanların onlarca sene sıkılmadan yaşayabilecekleri alanları yaratmak.

İlham aldığın şeyler neler?
Dünyadaki tüm şekil ve figürlerden ilham alıyorum. Monaco’daki bir binanın beton duvarından esinlenip bir televizyon ünitesi tasarladığım da oluyor, Afrika’da bir kabilenin çadırındaki bir desenden yola çıkıp bir anıt tasarladığım da… Beni dünya besliyor…

İşin için en büyük hayalin nedir?
Birçok tasarımcının hayali Hollywood ünlülerine veya sanatçılarına ürün tasarlamaktır. Bu hayalimi birkaç kez gerçekleştirdim. Şimdiki hedefim dünya liderleri. Bu Tayyip Erdoğan’dan Kılıçdaroğlu’na, Obama’dan Putin’e kadar geniş bir skala. Pek yakında Beyaz Saray’da Obamalar’a şu mobilyayı tasarladı diye haberler konuşulursa şaşırmayın.

Normal bir iş günün nasıl geçiyor?
Sabah çok erken uyanırım. En geç 07:30’da Bakırköy’deki ilk açtığım ofisime giderim. 12:00’ye kadar o günün programını yapıp, maillerime cevap veririm. Sonrasında; toplantı, iş yemeği, şantiyeler ya da atölyede olurum.

Seyahat programların nasıldır? Ne sıklıkla nerelere yolculuk edip ne kadar kalıyorsun?
Çok seyahat ediyorum. Son zamanlarda Amerika ve Gaziantep en çok gittiğim yerler. Bazen, New York’ta altı saat kalıp, toplantı yapıp geri döndüğüm oluyor. Ama rekorum 24 saat içinde Romanya, Gaziantep ve Bodrum’a uçmak.

Kaç kişilik bir ekibin var?
İki tane ofisim var. Biri Bakırköy’deki, orası sadece evlerde kullanılan malzeme örneklerinin bulunduğu bir yer. Orada dört kişi var. Üsküdar’daki ofis ise tasarımların bilgisayar ortamına döküldüğü ve mimarlık projelerinin üretildiği bir ofis. Orada da on iki kişi var. Atölye Kağıthane’de, orada ise seksen beş kişi bulunuyor.

Yapıp, kendinin de en çok beğendiğin çalışmaların neler?
Gaziantep’teki Pamuk Anıtı, Çamlıca’ya Cami Yarışması’ndaki tasarladığım cami ve Sting’in evi en zevk alarak yaptıklarım arasında.

Tek tek eşyaları, objeleri mi dizayn etmeyi seviyorsun, ev ve bina projelerini mi?
Son zamanlarda en zevk aldığım, yapı projelerim. Özellikle villa tasarlamaya bayılıyorum.

Yükseliş çizgin nasıl oldu? Seni kimler, nerede, nasıl keşfettiler?
2008 senesinde bir gün bilgisayarda çalışırken eski arkadaşım olan Ece Vahapoğlu: “ ‘Öteki’ diye bir roman yazıyorum. Burada bir muhafazakar bir de modern olan iki genç kız var, bunların evlerini tasvir eder misin?” diye bir soru sordu. Aktüel Dergisi, sonrasında Ece’den “Muhafazakarların Ev Halleri” diye bir röportaj yapmasını istedi. Ece ile Florya’da yapmış olduğum bir evin içinde röportaj yaptık. 2008 Kasım ayında bu röportajın yayınlandığı hafta, ben tüm gazete ve ana haberlerdeydim. Meğer, insanlar muhafazakarların nasıl evlerde yaşadıklarını merak ediyorlarmış. Ben de bu tip dekorasyonlarda hidrolik ile tavana kalkan koltuklar gibi namaz odalarını anlatınca bu sefer ismim “İslami Burjuvanın Mimarı” olarak anılmaya başladı. O dönemde bu konu ile ilgili tam sayfa New York Times gazetesine röportajlar verdim. O röportaj sayesinde Amerika benimle ilgilenmeye başladı. Onların gazetecilik adına merak ettikleri; iki farklı kesime nasıl hitap ettiğimdi. Bugün hala müşterilerim hem muhafazakar hem de bir o kadar muhafazakar olmayan aileler.

Yazar Hakkında /

Ankara doğumlu olan Sinem Yıldırım; ilk, orta ve lise eğitimini İzmir'de tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunudur. Çeşitli dizi ve yapımlarda yer almıştır. İki kız çocuğu annesidir.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.