© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Dağınık & Dedikoducu Kadının İyiliğe Dair Düşünceleri

Dağınık & Dedikoducu Kadının İyiliğe Dair Düşünceleri

Aslında bu yazıda size Fas Agadir’i anlatacaktım… Ne var ki gidemedim… 

Biletim vardı, otel rezervasyonum bir ay öncesinden yapılmıştı, son anda aksilik falan da çıkmadı. Hatta havaalanına saatler önce gittik. Yok, pasaportumuzda da sorun yoktu, zaten vize gerekmiyordu. Olay şu; ben Free Shop’ta yeni çıkmış tüm parfümleri sıkarken, bütün gözlükleri denerken uçak bizsiz gitti. Kocam çok kızdı ama bana değil. Bana güvendiği için; kendine… Temennim hayatınızda böyle bir anının asla yer almaması. İğrenç bir duygu. Görevli size “Maalesef kapı kapandı” dediğinde dünya başınıza yıkılmış gibi hissediyorsunuz. Tabi hemen toparlayıp ne yapacağınıza bakıyorsunuz. Biz de öyle yaptık. Baktık Tunus uçağı var, hemen biletimizi değiştirdik. Club Med’i aradık, rezervasyonumuzu Agadir yerine Hammamet Club Med’e çevirmelerini istedik. Tunus’a indik, tabi bavullarımız yetişmemişti. Otelin mağazasından mayo, tişört ve ilk gün ihtiyaçlarını aldık. Bavullarımıza kavuşuncaya kadar aslında ne kadar az şeye ihtiyacımız olduğunu gördük. Tunus’a dair anlatacak fazla bir şey yok. Açıkçası görülmeye değer bir yer değil. Evet şahane bir denizi var. Eğer hala Fransızlar’ın elinde olsaydı St. Tropez, Nice, Monaco falan gibi bir yer olabilirdi belki. Ne yazık ki değil. Işığı, estetiği, şıklığı yok. Sevimli bir salaşlığı da yok. Pis, fakir aynı zamanda itici! Bir sürü saçma sapan huyum vardır ama her gittiği yere “muhteşemdi” diyenlerden değilim. Yani benden hoşlanmasanız da bana güvenin.

Çevremdeki çoğu insanın tatilleri olağanüstü geçer, çocukları çok zekidir, kocaları mükemmeldir, hepsi gurmedir, dedikodudan nefret ederler, yalan asla söylemezler. Bana gelince… Sık sık hatalı restoran, yemek, tatil yeri filan seçtiğim olur. Çocuğum yok ama olursa muhteşem bir anne olacağımı sanmam. Çocuğumun da örnek gösterilen çocuklardan olacağını düşünmüyorum. Kocam iyi biridir ama bir sürü dandik huyu var. Ev dekorasyonundan pek anlamam, yemeklerimin lezzeti orta şekerlidir. Sakarımdır, unutkanımdır. Hal böyle olunca çevremin de benden beklentisi olmuyor pek, rahat ediyorum. Bir gün babama “bütün arkadaşlarımın sırtı, kolu, bacağı ağrımaya başladı şimdiden, bende yok bir şey” dedim. “Kızım nasıl olsun, bu hayatta kahve fincanından daha ağır ne taşıdın?” dedi. Şükürler olsun ki hayat üzerime fazla bir yük bindirmedi gerçekten. Çünkü almadım. Kendimi bildiğim andan itibaren tek korkum oldu “sıkıcı olmak”. Bana salak, aptal, beceriksiz, dedikoducu dendiğini duyarsam hiç üzülmem. Ama “Neslihan da çok sıkıcı” derseniz hayatımın hakareti olur bu. Şimdi ben bunları niçin anlattım? “İyi insan kime denir” diye bir konum var bugün için.

Şimdi, bizim sitede iki arkadaşım var. Süper bir üçlü oluşturduk. Sık sık bir araya geliyoruz, gülüyoruz, dertleşiyoruz, dedikodu yapıyoruz. Kocalarımız da iyiler, dolayısıyla görüşmelerimiz sabahtan gece yarılarına doğru uzuyor bazen. Tabi her zaman medya, sanatçı, sosyetik dedikodular kesmiyor, insan bir metre ötesindekini de çekiştirme ihtiyacı hissediyor. Özellikle de ben! O yüzden araya bazen birilerini alıyoruz, arkalarını döndüklerinde konuşabilmek için. Sevgi beslemediğim, özelimi paylaşmadığım kişiler hakkında ileri geri konuşma hakkını görüyorum kendimde. Kulaklarına gitse ve gelip bana “sen benim için böyle böyle demişsin” deseler “ya evet dedim çünkü dost değiliz, sen de benim hakkımda konuşsaydın” diyebileceğim insanlar bunlar. Ve beni en rahatlatan şey de onların da benim hakkımda konuştuklarını biliyor olmak. Enerji böyle bir şey çünkü, senin sevmediğin insan da seni sevmiyor. Ve dedikoduyu benim kadar seven akıllı insanlar başkalarının da bu hakka sahip olduğunu bildiğinden, rahat ediyoruz.

Gelelim benim ekibin diğer ikisine… Biri benim gibi, rahat. Aynı benim kafadan, yapacağı işin hakkını vermeyi seviyor. “Dedikoduyu şöyle rahat rahat, yüksek frekansta yaşayacaksın” diyenlerden. Ötekimiz, kendisi iş kadını… Bizim zorumuzla katılıyor genelde konuya. Ama malzemenin çoğu da onun etrafında. Zira bizi sinir edecek kadar kibar ve naif. Dolayısıyla sırf eğlence olsun diye bir kahve içtiğimiz insanların bazıları ona yapışıp üstüne kalıp adına da “dostluk” diyorlar. E tabii ben ve bana benzeyenler başlıyoruz karalama kampanyasına. Öyle de keyifli yapıyoruz ki bu işi. Geçenlerde yine bu işlem esnasında (olayı ne kadar ciddiye aldığımı kullandığım kelimelerden anlayınız) ikide bir “aslında çok iyi kadın”, “ya özünde çok çok iyi insan” şeklinde cümleler kurduğumuzu fark ettim. Günah çıkarıyoruz adeta… Sanki öyle dersek aklanacağımızı sanıyoruz.

“Bir dakika ya !” dedim. “Nerden biliyoruz çok iyi olduğunu? Elimizde ne kanıt var? Kadın yapışkan, benim hakkımda, kocam hakkında, bir kere gördüğü bir arkadaşım hakkında kamyonla laf söylediğini duydum. İyilik onun neresinde?”

Bizimkiler sustu, bir süre sessizlik oldu.
Tahmin edeceğiniz gibi sessizliği bozan gene ben oldum.

“Bu kadının söylediklerini çok havalı bir kadın söylemiş olsa, davranışlarını genç ve güzel bir kadın yapsa topa tutarız. Ama bu kadın şişman diye, bakımsız diye, çekici olmadığı için biz ona “iyi insan” sıfatını yakıştırıyoruz. Okullarda da böyle değil midir? Popüler olmayan kızlar namusludur, peşinde bir sürü erkek olana ne dendiğini yazmayayım. Güzel kadının her yaptığı batar, pespaye olan canımıza okusa tahammül ederiz. Çünkü acıma duygusuyla yaşamaya alışmışız. “Acıma acınacak hale gelirsin” atasözünü unutuyoruz, hatırlayalım.”

Derken bizim sohbet devam ediyor, hem de sansürsüzce. Ben dedikoduyu seviyorum, ömrü uzattığına inanıyorum. Ayrıca dedikodunun zeki insanların işi olduğunu biliyorum. Kimi kimle, ne zaman, nerede yapacağını iyi hesaplamak gerekiyor. En önemli kural da kaybetmeyi göze alabilecek olduklarınınkini yapacaksın, sevdiklerin hakkında sadece annene ve çok nadiren kocana konuşacaksın! Ayrıca ben herkesi sevemem, sevdiklerimi farklı severim. Herkesi sevenin de beni sevmesini istemem, birileri için farklı olmak isterim. Kalbimin her yanı iyilikle kaplı değil, oranının fazla olması yeterli. Çevremde düşmanlarımın yaşadığını bilmek var olduğumu hatırlatıyor. Yürürken etrafımda sevgi dolu olmayan gözleri bilmek kendimi çekici hissettiriyor. Güzel, çirkin, melek, şeytan, seksapeli, masumiyet karışımını seviyorum. Bence buna denge deniyor.
Değerli okurlar. Elinizi kalbinize koyun, gözlerinizi kapayın. Aile terbiyenizi, bugüne dek öğrendiklerinizi, ezberlerinizi, vicdanınızı bir kenara koyun. Beş dakikalığına ruhunuzla yüzleşin. Yukarıda söylediklerim yalan mı?
Şimdi… Ya bu sayfayı çevirin ve beni sonsuza kadar unutun. Ya da her üç yayın organına yazdığım her köşeyi yıllar boyu okuyun ve tabii yakında çıkacak olan dördüncü romanımı da… Olumlu, olumsuz bir duygunuz olsun bana karşı. Ya gülümseyin ya da yüzünüzü buruşturun. Yeter ki yorumsuz olmasın ilişkimiz.

twitter.com/nozyukseler
instagram.com/nozyukselertanis

Yazar Hakkında /

21 Ağustos 1975 tarihinde İstanbul’da doğdu, Fransız Dili ve edebiyatı okudu. Alışverişe Kahve Molası, Alışverişe Aşk Molası ve Alışverişe Kıskançlık Molası adında yayınlanmış üç romanı var. 2008-2011 yılları arasında Cosmopolitan dergisinde köşe yazarlığı yaptı. Evlenerek Ankara’ya yerleşti. Halen All dergisinde alışveriş; MAG dergisinde life style; Caferuj’da ise dedikodu ve ilişkiler üzerine makaleler yazıyor. Aynı zamanda bir çocuk kitabı ve yeni bir roman üzerinde çalışıyor. Otuzbeş yaşından sonra düzenli spor yapmaya başladı, bunun sürekliliğini temenni ediyor. Hala her gün çikolata yiyor, altı fincan kahve içiyor. Arada sırada yeşil çayı da ihmal etmiyor. Meditasyon ve yoga yapıyor.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.