© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Akışta Olmak ve Mutluluk

Akışta Olmak ve Mutluluk

Mutluluk şans eseri olan bir şey midir?
Yani olağan mıdır? Parayla satın alınabilir mi?

Aslında mutluluk; her bir kişinin özel olarak hazırlanması, geliştirmesi ve savunması gereken bir durumdur. İçsel yaşantıyı denetlemeyi öğrenen insanlar, yaşamlarının niteliğini belirleyebileceklerdir. Bunu yazması ve okuması çok kolay biliyorum. Gerçekleştirmesi ise zorlu bir süreçtir. Gidilecek yol; uzun, ince ve engebeli bir yola benzer. En keskin dönemeçlerden birisi ise bilincin içeriği üzerinde denetim yapabilme çabasıdır. Hepimizin, bilinmeyen güçler tarafından hırpalanmak yerine eylemlerimizi denetlediğimiz, kendi kaderimizin patronu olduğumuzu hissettiğimiz anları olmuştur. O anlar da keyiflenir ve olması gereken yaşantının o olduğuna karar veririz. Sürekliliğini arzularız. Üst düzey yaşantı dediğimizde algıladığımız budur. Bedenimizi veya zihnimizi en son sınırına kadar zorladığımız anlar vardır. En güzelini becerebilmek için. Mesela bir çocuğun deniz kenarında yaptığı kaleyi hayal edin. Son düzeltmeyi yapıp karşısına geçerek eserine baktığı an veya bir tenis oyuncusunun başabaş giden maçta, tüm gücünü sarfederek yaptığı son vuruşla maçı kazandığı an veya bir piyanistin zor bir parçayı çalarken tüm dikkatini verdiği ve eseri bir rüya gibi seslendirdiği an. Belki gücün son derecesine kadar harcandığı en acı veren an olabilir. Ancak alınan haz, mutluluk olarak tanımlanabilir. Peki bu duygu, sürecin kendisi midir, yoksa sonucun alındığı an mıdır?
Akış, insanların bir etkinliğe, kendilerini başka hiçbir şeyi umursamayacak kadar kaptırmalarıdır. Böyle bir yaşantı öylesine doyum vericidir ki, kişi böyle bir yaşantı için her türlü riski göze alabilir. İçsel yaşantının denetleme yeteneğinin kazanılmasıyla beraber, sürekli akışta olabilmek hedefine de ulaşılabilir. Mutluluğun ise bir anlık değil, yaşamın tamamına yayılabilen bir duygu olduğu gerçeği de, akışta olma becerisinin kazanılmasıyla beraber gelen bir bilgi olacaktır.

İnsanları gerçekten mutlu eden, zayıf veya zengin olmaları değil, yaşamlarıyla ilgili iyi şeyler hissetmeleridir. Mutluluk arayışında, kısa süreli ve kısmi şeyler işe yaramaz. Ne kadar çok gelişim ve felsefe kitapları okursak okuyalım mutlu olma reçetesine onlar vasıtasıyla ulaşamayız. Biraz entelektüel çaba harcamazsak ve yaşamlarımızı derinlemesine düşünmeye yanaşmazsak, okuduğumuz kitaplar değerli bir kütüphane olmamıza hizmet etmek dışında hiçbir işe yaramazlar.

Öncelikle bir hedefimiz olmalı. Bir hedefe ulaşmaya çalışmak; bilince düzen getirir. Psişik enerjisi veya dikkati üzerinde belirli bir denetim kurmuş ve bu enerjiyi bir hedefe yöneltmiş insan, istese de istemese de büyür ve daha karmaşık bir varlık haline gelir. Sıradışı bir bireye dönüşür ve akışa geçer. Spor, müzik, yoga gibi etkinliklerle fiziksel ve duygusal beceriler geliştirilebilir veya felsefe, matematik, şiir gibi alanlarda simgesel becerilerle hedefler belirlenebilir. Ancak yaşam kalitesini geliştirmek için sadece oyunlar ve sanat yeterli midir? İşlerimizi de, üreten etkinliklere dönüştürmeyi öğrenmemiz gerekir mi? Yaşamaya değen bir yaşama kavuşabilmek için kişi, yaşadığı toplumca çekici kabul edilen zevkleri en üst düzeye çıkartmaya uğraşır. Zenginlik, güç ve cinsellik gibi konularda doyuma ulaşmak başlıca hedef haline gelebilir. Her birinde doyuma ulaşıldığında ise, insan tuzağa düşmüş gibi bir duygu hisseder. Çünkü mutluluk hedefi yine uzaklaşmıştır.

Çevremizdeki bazı insanlar, maddi koşullardan bağımsız olarak, yaşam kalitelerini yükseltmeyi başarmış, doyuma ulaşmış ve kendi yöntemlerini kullanarak çevrelerini de mutlu edebilen insanlardır. Onlar hareketli yaşarlar, ölene kadar yeni şeyler öğrenmeyi sürdürürler ve öteki insanlarla güçlü bağları vardır. Hiç can sıkıntısı çekmezler ve içine düştükleri durumu sukunetle karşılarlar. Bu insanların bilincinde bir düzen vardır. Psişik dağınıklılığı hemen hemen hiç yaşamazlar. Benlikleri huzurdadır.

İnsan, düşüncelerine ve duygularına hakim olmayı öğrendikçe, kendini denetleme yeteneği sayesinde bilincini düzene koymaya başlar. Bilincin varolmasının tek nedeni, sinir sisteminin inanılmaz ölçüde karışık mimarisidir. Bilinç olmasaydı, olan biteni bilebilirdik ama olanlara tepkisel, içgüdüsel bir biçimde cevap verirdik. Bir insan, dışarıdaki gerçeklikte her ne olursa olsun, yalnız bilincinin içindekileri değiştirerek, mutlu veya mutsuz olabilir. Saniyede en fazla 126, dakikada 7560 ya da saatte yarım milyonun üzerinde bilgi parçası işleyebiliyoruz. Ortalama olarak yetmiş yıllık ömrümüzde günde on altı saat uyanık kaldığımızı varsayarsak, toplam 185 milyar bilgi parçasını işleyebiliriz. Yaşamımızdaki her şey, her düşünce, her duygu, her anı, her eylem bu toplamdan geliyor. Çok düşük bir rakam değil mi? İşte tam da bu yüzden, zihnimize girmesine izin verdiğimiz bilgiler büyük önem taşıyorlar. Aslına bakarsanız, yaşamımızın kalitesini belirleyen de bu bilgiler olacaktır. Bilincini denetleyen insanın, ayırıcı özelliği, dikkatini odaklayabilme becerisidir. Belli bir hedefe ulaşabilmek için gereken süre içerisinde dikkatini o hedef üzerinde yoğunlaştırabilecektir. Bunu yapabilen insan günlük yaşamın olağan gidişinden genellikle zevk alır.

Sinir sisteminin ürettiği psişik enerjiyle ne yapılacağına karar veren kimdir? “Ben”. Ruhun ustası ve geminin kaptanı “ben”. Benlik de bilincin içindeki öğelerden birisidir. Benlik sıradan bir bilgi parçası değildir. Tüm anılar, eylemler, zevkler, acılar ve arzular benliğin içindedir. Bilinçte psişik dağınıklık başlarsa ne olur? Yani varolan niyetlerle çelişen ve niyetlerimizi gerçekleştirmekten bizi alıkoyan bilgiler ortaya çıktığında ne yaparız? Acı, korku, öfke, kaygı ya da kıskançlık gibi duygular, dikkati istenmeyen nesnelere yöneltmeye zorlar ve psişik enerji etkisiz hale gelir. Bu dağınıklık uzun sürerse, benlik zayıflar ve hedeflerin peşinden gidemeyecek hale gelir.

Psişik dağınıklık durumunun tersi ise, üst düzey yaşantıdır. Bilince gelen bilgiler, hedefle uyumlu olduğunda, psişik enerji çaba göstermeksizin akar. Akış yaşantısı sonucunda, benlik farklılaşır. Kişi kendini daha yetkin ve becerikli hisseder ve diğer insanlarla da bütünleşme isteği artar. Aynı akışın içine onları da dahil edebilecek bilgileri akıtır. Dolayısıyla burada iki tuzaktan bahsedebiliriz. Benliği sadece farklılaşmada kalmış bir birey, bireysel bir bencilliğe düşebilir veya sadece bütünleşmede kalırsa, özerk bireysellikten yoksun kalacaktır. Doğru hedefleri belirleme ve içsel denetime özen gösterme sayesinde; hem farklılaşma ve hem de bütünleşme yaşayan benlik, mutlak mutluluğun olduğu üst düzey yaşantıya kavuşabilecektir.

Akış, sıklıkla yoğun bir fiziksel güç kullanmayı veya son derece disiplinli bir zihinsel etkinliği gerektirir. Akış sırasında, yaşantının hoşa gitmeyen tüm yönleri unutulur. Tamamen eldeki işe odaklanıldığı için de, zihinde ilgisiz bilgilere yer kalmaz. Benliğin zihni meşgul etmesi, psişik enerjiyi tüketir. Mesela, yolda yürürken, insanlar bize bakıp gülüyorlarsa, benliğimiz hemen kırılır. Ve “acaba yürüyüşüme mi gülüyorlar, saçım mı bozuldu?” gibi sorularla bilincin düzenini bozar. Böylece bilinç tekrar düzeni oluşturmak için psişik enerjiyi harcar. Akıştaysak, kendimizi incelemeyi bırakırız. Benlik, kendini tehdit altında hissetme fırsatı bulamaz. Kim olduğumuzu geçici olarak unuturuz. Bu benliğimizi kaybetmek değidir. Yalnızca benlik bilincimizi geçici olarak kaybetmektir ki benliğimiz zihnimizi meşgul etmediğinde, kim olduğumuz gerçeğini geliştirmek için bir fırsat yakalarız…

Akış yaşantısı üreten bir çok etkinlik vardır. Yukarıda da birkaçını sıraladık. Önemli olan etkinliği sıradan yapmaktan kaçınmak ve hedef belirlemektir. Mesela; sıradan bir yürüyüşü, akışa dönüştüren doğa yürüyüşü olacaktır. Doğadaki zorluklara ve engellere dikkat kesilen kişi, akışta olacak ve bilincini denetimi altına alacaktır. Bedenini en etkin şekilde kullanarak, sınırlarını zorlayacak ve genişletme yollarını arayacaktır. Dolayısıyla hem bedeni hem de engellere karşı çözüm üretmeye çalışan zihniyle tam akışta olarak, başarılı bir biçimde hedefe ulaşacaktır. Başka bir akış yaşantısı örneği de yazarlıktır. Hem bilgi akışı vardır hem de en iyi eseri ortaya çıkarabilmek için tam odaklanma söz konusudur. Dolayısıyla benlik bilinci kaybedilmiştir. Ama eser ortaya çıktığında, benliğin en üst düzeyde farklılaşması ve bütünleşmesi süreci başlar ki asıl başarı da burada yatmaktadır. Gelecek yazımda bir yazarla röportajımı size sunmayı düşünüyorum. Akış yaşantısını nasıl deneyimlediğini güzel bir örnekle daha da iyi açıklayabileceğime inanıyorum. Sevgiyle yaşayın ve sevgiyle gelişin…


Yazar Hakkında /

Yazarımız hakkında kısa özgeçmişi çok yakında sayfamızda olacaktır.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.