© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Minyatür Sanatçısı Hasan Kale

Minyatür Sanatçısı Hasan Kale

Hasan Kale minyatür sanatını çağdaş bir gözle yorumlamaya çalışıyor. Günlük hayatta karşılaştığımız, önemsemediğimiz objelere minyatür resimler çizen Hasan Kale, bu mikro çalışmaları kariyerinin dönüm noktası olarak görüyor. Aynı zamanda mücevher de tasarlayan Hasan Kale’yi yakından tanımak ister misiniz.

Hasan Kale resim fırçasıyla altı yaşında tanıştı, denkleriniz, yaşıtlarınız Cin Ali’yi okurken siz portreler çizmişsiniz. Altı yaş sonuçta çok küçük bir yaş… İstediğin şeyi yapabilmek için o yaşta çizime olan ilginiz nasıl başladı, nasıl keşfettiniz?

Okul öncesi rahmetli babamın dükkanına giderdim bir şeyler karalardım, Kemal Bey diye bir bey bu böyle olmaz dedi ödev vermeye başladı bana ve ben de okul öncesi çalışmalarıma böyle başladım. İlkokula başladığımda da herkes gibi “Cin Ali” değil portre çizmeye başladım. O yaşlarımda çizgiyi, renk aşkını yüreğime koydum ve bu günlere kadar geldim. Çok fazla eğitim aldığımı söyleyemem açıkçası… Deneme yanılma ve o yürekteki aşkla birlikte inanılmaz yerlere gittim, özgürce davrandım. İlk dönemlerde eğitim almadığım için kendi kendime üzülüyordum ama şimdi iyi ki almamışım diyorum çünkü almadığım için bu mikrolara geçtim.

Babanızdan bahsettiniz… Babanızın da ressamlık üzerine bir çalışması var mı?

Ailede hiç böyle birisi yok geçmişte var mıdır bilmiyorum ama bendeki bu durumu tanrının verdiği bir yeti olarak görüyorum. Hepimize farklı yetiler verdiği gibi. Ben de en iyisine gidebilmek için mücadeleye devam ediyorum.

Mikro minyatür isminde yaptığınız çalışmaları duyuyoruz… Bu sanatla tanışmadan önce mücevher tasarımları da yapmışsınız. O nasıl bir tecrübe oldu? Mikroya başlamanız mücevherlerdeki minik minik detaylardan geliyor olabilir mi?

Aslında ben iyi bir minyatür sanatçısıyım. Seksenli yıllarda geleneksel sanatın içinde minyatür sanatıyla ilgilenmek başka bir olgu; kendine ait kuralları ve kaideleri var. Ben bu konuda da hiç eğitim almadım. Sebebini bilmediğim halde özel dershanelere veya hocalara eğitim almaya gittiğimde hiç kimse bana eğitim vermek istemedi. Eğitim vermedikleri için ben geçmiş dönemdeki hocalarımı seçtim. Yüz yıllar öncesinden belki de Mehmet Siyahkalem’den fırçanın kıvraklığını, Levni’den renk ve ahengi, Nakkaş Osman’dan “Sultan” portrelerinin inceliğini öğrendim. Bu üç hocanın sentezinden yola çıkarak mikroya geçtim. Mikroya geçmemin en büyük sebebi de geçmişten günümüze kadar gelen bir şeyi hala aynı şekilde yapmanın doğru olmadığını düşündüğüm içindi. Bugünden bir katkıda bulunmalı ki gelecek yüzyıllarda bugüne baktıklarında minyatür sanatının farklılığını görsünler diye mikroya geçtim. O yüzden artık klasik minyatür yapmıyorum. Ne kadar ince çizgiler çizdiğimi gördüğüm an ne kadar küçük yapabilirim sorusu takıldı aklıma. Ya keşkelerle ömrümün sonuna kadar gidecektim ya da cevap verecektim bugün sizin karşınıza geldiğim gibi ve ben cevap verdim.

Yaptığınız işin eşi benzeri yok, bir isim daha örnek veremiyoruz. Neden mercimek, fasulye, pirinç tanelerini tual olarak kullanıyorsunuz?

Bir gece vaktiydi… “Ne kadar küçük yapabilirim?” sorusu takıldı aklıma, mutfağa gidip araştırma yaptım. Kırık pirinçler, mercimekler vardı. İşin açıkçası, itiraf ediyorum bunlara cesaret edemedim. Bu yüzden fasulye tanesine bir İstanbul çizdim. Bütün bunları yaptıktan sonra işin felsefesi oturmaya başladı, bundan on sekiz yıl önce hayatın içinden olan her şeyi tualim olarak kullanmaya karar verdim. Benim için asla bir hobi olmadı, on sekiz yıldan beri buna meslek olarak devam ediyorum. Dünyada mikro alanında bunu meslek edinmiş bir sanatçı olduğunu da zannetmiyorum. Ülkelerinin yerini bilmediğim bir sürü yerden dostlarım ve arkadaşlarım var. Ebeveynlerden teşekkür alıyorum; çocukları baklagilleri yememekten vazgeçtiler. Bu da çok önemli. İnsanlar ebeveynleriyle mikroları izlerken sanata geçiş yapmaya başladılar. İlla mikro yapmaları gerekmiyor sanatın herhangi bir dalına geçiş yapmaları mesela tiyatro, şiir, heykel, müzik olabilir bu bana keyif veriyor. Üniversite öğrencileri bitirme tezi olarak Hasan Kale’yi alıp sınıf geçmeye başladılar. Ya çok iyi bir insan olarak ortaya çıkıyorum ya da çok kötü. Başka türlü tez konusu olmam diye düşünüyorum. Bütün bunlara baktığınızda o farklı pencereyi iyi ki açmışım diyorum…

 

Ucu bucağı olmayan ve çağlar boyunca imparatorlukları yok olmaya sürükleyen bir modelle çalışıyorsunuz, hatta on sekiz yıldan bahsettiniz. İstanbul’un Hasan Kale için yeri nedir?

İstanbul bir aşk… Yüzyıllardır bütün insanlar, sanatçılar, herkes, her birey İstanbul’u kendince anlatmaya çalıştı ama maalesef anlaşılamadı ve bundan sonra da bu devam edecek… Eğer yüzyıllardır İstanbul anlatılıp da anlaşılamıyorsa, gizemi çözülemiyorsa çok önemli bir şehirdir. Ben kendi yorumumla bir anımsatma ve bir vurgu yapmaya çalışıyorum İstanbul’la ilgili. İstanbul’un kalabalıklığından, trafik sıkışıklığından, keşmekeşliğinden, gürültüsünden… Ben bunları böyle kabul ettim. Kabul ettiğim an İstanbul zaten beni içine aldı. Eğer kabul etmezseniz İstanbul sizi içine almıyor. Bu bir yaşam biçimi haline geliyor. Hem şikayet edip hem İstanbul’da kalmanız abesle iştigaldir; ben hiç şikayet etmiyorum. Trafik sıkışıklıklarına rağmen gitmem gereken yerlere erken çıkıyorum. Hiç sinirlenmiyorum. Bunu bir yaşam biçimi haline getirdiğinizde İstanbul süper. O zaman İstanbul size öyle şeyler vermeye başlıyor ki! Buna siz bile şaşırırsınız.

Eserlerinize bakıp geçmek mümkün değil, onları daha detaycı gözlerle bakmamız, algılamamız lazım. Siz büyüteç kullanmadan çizim yapıyorsunuz. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Herkesin hayret ettiği şeylerden bir tanesi; en son göz doktoruma gittiğimde benim göz kaslarımı çok iyi çalıştırdığımı, yaşıtlarıma göre çok daha iyi gözlerimin olduğunu söyledi. Ne uzak, ne de yakın gözlüğü kullanmıyorum. Sadece çalışırken kullanıyorum o da yıllarca çalışmanın getirmiş olduğu yorgunluk sebebiyle. Ben uzağı görmek istediğimde uzağı, yakını görmek istediğimde yakını görebiliyorum. Yani bir fotoğraf makinası gibi objektifi zoom’layıp ya da daha geniş bir açıdan seyretmek gibi göz kaslarımı çalıştırabildiğimi söyledi göz doktorum. Ben böyle bir şeyi ilk kez duymuştum ve bundan da keyif aldım tabii ki. Ben kendimi bir savaş pilotu olarak görüyorum.

Yanınızdan fırçalarınızı ve boyalarınızı hiç eksik etmediğinizi duyduk… İstanbul’un hangi kısmında çizim yapmayı seviyorsunuz?

Geçmiş dönemlerden iz bırakılan her yer benim için uygun. Resimlerimde hiç bir zaman modern binaları Boğaz Köprüsü’nü çizmedim çizmeyeceğim. Çünkü onların fotoğrafını çekip daha net bir şekilde görebiliyorum. Hep cami silueti değil aslında çizdiklerim. Arada başka şeyler de var. İlk etapta algı meselesi bu. Minicik objeye baktığında cami var ama aslında sadece cami yok onun arkasında bazen bir çeşme var, onun arkasında bazen bir okul var, onun arkasında bazen bir kilise var. Tamamen nasıl baktığınızla ilintili. İstanbul denizsiz, martısız ve siluetsiz olmazmış gibi geliyor bana. O yüzden İstanbul’un akşamı, gecesi, gündüzü bambaşkadır…

 

Günün hangi vakti size daha fazla ilham veriyor?

Her vakti! Bazen simsiyah bir gecede Kız Kulesi’ni aydınlatacak minicik bir ışık bile yeterli olabilir. Çünkü bu nasıl baktığınızla ilintili. Kapkaranlık bir gecede o pırıltıdan ben bambaşka bir şey çıkartabilirim. Hissettirdiklerimle sıra dışı olduğumu düşünüyorum. Dünyada hemen hemen hiç kimsenin yapmadığı bu kadar objeye ulaşmış başka birisi yoksa ve bu da bir Türk sanatçısı ise o zaman çevremdeki dostların, tanıdıkların keyif almasını sağlıyorum diye düşünüyorum.

Siz bu yolun başlangıcında istediğiniz insanlardan ders alma fırsatınızın olmadığından bahsettiniz, kendiniz araştırarak öğrendiğinizi söylediniz. Siz bu konuda ders veriyor musunuz?

Sabırlı öğrenci gelirse ders vereceğim. Bu konuda biraz problemler var çünkü insanlar Türkiye’de sanattan bahsedecekse, insanlar gördükleri şeye bedeller ödemezken görmedikleri şeye hiç bedel ödemeyecekler bunu ben söylüyorum ve her röportajda da söylemeye çalışıyorum. Aslında bindiğin dalı kesmektir bu ama bir tek fark var; ben öyle bir mücadele verdim ki tam tersi oldu.

Topkapı Sarayı’nda sergilenen eserleriniz varmış… Bu eserleriniz padişahların portresi mi?

Yıllar önce sayın İlber Ortaylı ile karşılaştığımızda benim elimde üç milimetrelik Çelebi Sultan Mehmet portresi vardı. Sohbet esnasında bu portrenin bende kalmasındansa Topkapı Sarayı’na daha çok yakışacağını söylemiştim, ben “bunu hediye etsem kabul eder misiniz?” dediğimde İlber Bey bunu zevkle ve keyifle kabul ederim ve yeri geldiğinde de sergilerim demişti. Ben de İlber Bey’e hediye ettim.

Türkiye’de eserleriniz nerelerde sergileniyor?

Her türlü şehirde oradaki insanların katılabileceği, büyük yerler olmasını tercih ediyoruz. Bu bazen oteller olabiliyor. Otellerde olma sebeplerinden bir tanesi galerilerle çok fazla çalışamıyoruz açıkçası bir takım başka sebeplerden dolayı, oteller daha rahat geliyor ya da davet aldığımız belediyelerin bize gösterdikleri yerlerde. Yeri gelmişken şunu da söylemek istiyorum ekrandan seyrederken 2 metrelik ekranınız varsa kırk pirinç tanesini iki metre görüyorsunuz ama yakından izlemek bir anda her şeyi alt üst etmeyi başarıyor. Özellikle size kolaylık olsun diye verdiğimiz büyüteçlerle izliyor olmanız, oradaki resmin nasıl üçüncü boyuta geçtiğini gösteriyor. Hangi yöredeyseniz eserlerimi yakından izleyin çok büyük keyif alacaksınız.

 

Yazar Hakkında /

2003 yılından bu yana, hedef kitlesi AB ve A+ olarak belirlenmiş bir çok baskı, web, pr, organizasyon işinde başarılı projelere imza atmış olan MAG hayatın her alanında en iyi olmayı hedefleyen, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek, özel zevkleri olan ve hobileriyle yaşamını renklendiren, sosyal sorumluluklarının bilincinde olan, belirli kesimden kabul ettiği müşterilerine yıllardır sağlamış olduğu yüksek başarı grafiği ile doğru planlanmış bir büyüme ile sektöründeki hayatına devam etmektedir.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.