© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

Korkusuz Resimler

Korkusuz Resimler

Ünlü Ressam Bedri Baykam, hayatı boyunca farklı bir yaşam sürdü. Düşündüğünü söylemekten çekinmeyen siyasetçi, yazar; yaptığı resimlerle de dünya çapında bir üne sahip.

Sanatı ve siyaseti bir arada yürütüyorsunuz. İkisi arasında ki ilişki sizin hayatınızda nasıl bir öneme sahip?
Herhalde gerçek Bedri Baykam bu. Kafalardaki farklı Bedri Baykam’ların bir sentezi. Fenerbahçeli tribün seyircisinin kafasında ki Bedri Baykam da bende var, meydanlarda adalet, hukuk ve demokrasi arayan gencin kafasındaki Bedri Baykam da bende var. Müzelerde gezip gördüğü eserleri sanat tarihiyle Picasso’yla kıyaslayan ve yapıtlarımda kendini bulan sanatçıların kafasındaki Bedri Baykam da bende var. Kemiği okuyup ömrümde böle bir roman görmedim, duymadım diyen ve o dünyanın sarhoşluğuna düşen okuyucunun kafasında ki Bedri Baykam da bende var. Her salı, hastalıklı bir şekilde ”Cumhuriyet Gazetesi”ni alıp makalemi okuyan vatandaşın kafasında ki Bedri Baykam da bende var. Öte yandan, bütün bunları yaparken bu farklı Bedri Baykamların senteziyim.  Buna CHP’liyi ekleyebilirsiniz. Benim CHP ile ilişkim belki Fenerbahçe’yle ilişkim gibi. Nasıl kalkıp bu sene bu takım iyi bu takım kötü diye takım değiştirmeseniz bende CHP’ye öle bakıyorum. Siyaset yapan insanların birçoğu parti değiştirmeyi borsa oynamak gibi görüyor. Buna kızdım gittim,  buna küstüm gittim, bu hata yaptı gittim. Benim, CHP bir hata yapsa bile bu hatayı düzeltmek için orda olmam lazım. CHP’yi gerek Cumhuriyetle ilişkisi, gerek Atatürk’le ilişkisi, Cumhuriyet’in temelleriyle ilişkisi açısından böyle görüyorum. Sonuç olarak, bütün bu farklı Bedri Baykam’lardan oluşuyorum. Ama benim ana işim “Sanat”. Ben her şeyden önce bir ressam, Bedri Baykam’ım. Amerikaların sorduğu meşhur soru ”What do you do for a living?” I paint for living. Ben yaşamımı yalnız resimden kazanıyorum. İnsanlar bazen bunu unutuyorlar ve kusura bakmasınlar saçma sapan sorular soruyorlar. “Hala resim yapıyor musunuz?” gibi. Bu da çok güldürüyor beni. Diyorum ki, siz hala nefes alıyorsanız, Alex hala futbol oynuyorsa, çocuklar hala okula gidiyorsa, bende resim yapıyorum diyorum. Çünkü ben elli yıldır resim yapıyorum. Bu benim ana işim. Kırk altı yıldır uluslararası düzeyde yaptığım ana işim. O nedenle kimi zaman bu medyada ki gözükme olayında benim adımı siyasette, sanatta, medyada, kitapta, edebiyatta duydukları için acaba bu adam resim yapmıyor mu diyenlere bir tek şu açıdan hak verebilirim: “Bir ömre bu kadar şey nasıl sığar” sorusu yüzünden, “nasıl vakit bulabilir” sorusu yüzünden. Bu olay yüzünden kafaları karışık olabileceği için mazeret buluyor olabilirler.
Üniversitede işletme ve ekonomi bölümlerinde okudunuz ama ressamlığı tercih ettiniz.

Bunu tercih etmenizin nedeni nedir?
Ben iki yaşımdan itibaren resim yaptım. Altı yaşımdan itibaren ilk sergilerimi açtım. Dünyada uluslararası düzeyde belki benden daha çok bahsedilmiş bir harika çocuk daha yok. Ama sonuçta ben Doktor Baykal’ın oğlu olarak siyasetlerin ve Türkiye’nin sosyal ve ekonomik çalkantılarının ve onların çözüm için analizinin ana hedef olduğu bir evde doğdum. Dolayısıyla 27 Mayıs Devrimi, ortanın solu, daha sonra babamın öncülüğünü yaptığı halk sektörü. Bütün bu düşüncelerin yoğrulduğu bir evde büyüdüm. Hep özgürlük ve demokrasi arayışları içerisinde…  Sosyal paylaşım ve sosyal devlet arayışları içerisinde…Dolayısıyla, dünyanın nasıl bir yer olduğunu, ekonomik ilişkilerin nasıl kurulduğunu daha derinden analiz etmek için, Fransa’da hem ekonomi-işletme okudum, hem son iki yılda aktörlük okuluna gittim. Daha sonra Amerika’da da yalnız sanat okudum. Amerika’ya gittiğimde de, 80 yılında, daha önce hiç bulunmadığım bir yer olan California’ya gidip, Amerika demeyeceğim, çünkü sekiz yaşımda Amerika’ya gitmiştim ve bir sergi açmıştım, hiç kimseyi tanımadığım bir yerde yalnız sanat yapmak istedim. Fransa’dayken de sanat yapıyordum, üniversiteye giderken, desenler yapıyordum sürekli. Beynim yine sürekli sanat üretimi içerisindeydi. Bir yandan da genel kültürü alıyordum. Daha sonra yirmi bir, yirmi iki yaşımdan sonra kendimi yalnız sanata verdiğim bir hayata başladım.

Yedi yıl kaldım Amerika’da. Sonuçta evdeki hesap çarşıya uydu. Amerika’ya gidip yalnız sanata kapanmak…
Neden böyle bir karar aldınız?
Bir çocuğun hayalleri, dünyası ve rotası vardır. Bir yetişkinin de vardır. Ama ikisinin arası olan on iki on dokuz yaş arasında, gençlik yıllarında insanın her an aklı değişir, fikri değişir, vücudu değişir, sesi değişir, arkadaşları değişir, alışkanlıkları değişir. Kendi içiniz de bir sürü deprem ve devrim yaşanır. Çocuğun veya yetişkinin olduğu gibi bir oluşmuş dünyamız yok. Her an dönüşmekte olan bir dünyamız var. O dönemde sanat üretmek daha zor. Bir yandan okul var, bir yandan flört hayatınızla karşılaşıyorsunuz, bir yandan müzikle, bir yandan değişen kimliğinizle. Bunların arasında ben sanatı o zamanlarda ikinci plana attım. Onun yerine tenis geldi hayatıma. Ben tüm 70’li yıllarda Türkiye’de birçok derece alan, birçok kupa alan, uluslararası maçlarda oynayan ünlü bir tenisçiydim. Türkiye’nin bir kısmı beni hala ne yaparsam yapıyım tenisçi Bedri Baykam olarak tanır. Tenis oynamanın dışında uluslar arası tenis hakemliğini de birçok kez yaptım. Halen bir maçta hakemlere saldırılmasına kızıyorum. Bir saniyede verilen bir kararı, kendileri üç dört farklı açıdan izledikten sonra eleştirmelerine karşıyım.
Kim keşfetti sizi?
Önce annem, sonra eğitimden iyi anlayan teyzem; Yaptığım resimlerin çocuk resimlerine pek benzemediğini görüp. Arkasından da Ankaralı sanatçı eğitmen Kayhan Keskinok. Hala yakın temastayımdır. Şimdi seksen beş yaşında falan. Çok iyi resim yapıyor. Onunla dostluğumuz hala sürüyor. Benim sanatım hakkında “bu çocuğun kompozisyonları şöyle önemli, desenleri güçlü, yaratıcı” gibi yorumlarda bulunmuştur. Sanatım için söylediği her şeyi, yurt dışında yabancı eleştirmenler aynı cümlelerle ele almıştır, özetlemiştir.
Eserleriniz arasında sizin için ayrı bir yeri olan bir eser var mı?
Çocukluğum da yaptığım “Süvariler” var. “Fahişenin odası” var, 81 yılından. 85’ten “The Painting” resmim var. Paris yıllarından “Ayyaş” var. Son zamanlarda yaptığım dört boyutlu resimlerim var.

Çoğu ressam yaptığı resimlerle bir duygu ve düşünce aktarmaya çalışır. Sizin de böyle bir düşünceniz var mı? Yoksa o anki duygularınızla mı resimlerinizi oluşturuyorsunuz?
Genel olarak serilerle çalıştığım için, ender dönemler hariç, geçiş dönemleri hariç hep belirli bir seri yaparım. O seriyi yaparken zaten belirli bir düşünceyi geliştiriyorsunuz. Geçmişte yaptığım her dönem bir iz bırakır. Birçok ressam vardır ki hep aynı şeyi yapar. Onu öyle tanırsınız. Bu kayıkların ressamı, bu kuşların ressamı… Bir de böyle ayrımlar vardır. Bunların hiç biri bana uymaz. Ben tam tersine bir dönem bir şeyi yoğun yapıp, o üç yıldan sonra başka bir şeye geçen bir insanım. Bütün bu dönemlerim hep birbiriyle etkili. Hem birbirinden etki tepkiyle ayrılıyor hem de birbirine iz bırakıyor. Bilen göz bunların ilişkisini anlıyor. Birisi, bana bir resmimi ne kadar zamandır yaptığımı sorduğunda, ben bunu elli yıldır yapıyorum, diyorum. Ben elli yılda yaptığım bulgularla bunları yapıyorum.

Türkiye’de sanat ne durumda?
Türkiye’de müze kavramı yok. Devletin kurmuş olduğu bir adet Modern Sanat Müzesi yok. Atatürk yaşıyorken kurduğu Ankara İstanbul Resim Heykel Müzesi var sadece. Onlar da mahvolmuş durumda. İstanbul Resim Heykel Müzesi daha bu sene biraz restore edilip açılabildi. Biz ülke olarak yüzlerce stadyum, on binlerce cami yapmışız, bir adet Modern Sanat Müzesi yapamamışız. Bu ülkeyi yöneten insanların, yalnız bu hükümetten bahsetmiyorum, her ne kadar Atatürk’ün sanata ve sanatçıya önem veren vecizelerini duysak da, samimi olmadıklarını görmüş oluyoruz.
Eserlerinizi üretmeniz için uygun olan durumlar ve şartlar nelerdir?
Ben daha çok gece ışığında resim yaparım. Gece on ile sabah beş arasında resim yaparım. Amerika dönemimde bazen gündüz bazen gece çalışırdım. Türkiye de gündüz çalışmam yüzde ondur. Çünkü gündüz röportajlar oluyor, bir tez öğrencisiyle bilgi alış verişinde bulunuyoruz. Resim almak isteyen bir müşterim oluyor ya da bir siyasal ziyaret oluyor. O nedenle ancak geceyi boşaltıyorum. İnsanlar uyurken ben resim yapıyorum. Böylece uykunuz dört saat oluyor.

Hiç IQ’nuzu ölçtürdünüz mü? Merakımdan soruyorum.
Gençliğimde ölçtürmüştüm. Hafif yüksek çıkmıştı.

Yurt içinde ve yurt dışında beğendiğiniz ve takip ettiğiniz sanatçılar var mı?
Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği’nin Türkiye ulusal komitesi başkanı olarak seçim yapmayım. Tüm Türk sanatçıları seviyor ve kucaklıyorum. Yurt dışında ise Picasso, Picabia, Van Gogh, Antonio Berni ilk başta söyleyeceğim isimler.

Siz nasıl oldu da Türkiye’ye geri döndünüz?
Bu sorunun cevabı iki ciltlik otobiyografimde var. O kitaplarda Amerika’ya niye gittiğimde var, neden terk edip döndüğüm de var. Dünyada yazılmış en kapsamlı sanatçı otobiyografisidir ayrıca. Bedri Baykam olarak devamını ne zaman nasıl yazıcım bilemiyorum. Hayatımın 30 yaşıma kadar olan kısmı bu kitaplarda var. Kısaca, geçirdiğim bir dönemsel bir rahatsızlığın yarattığı psikolojik gerekçeleri,  aileme yakın olma duygusu, Türk kız arkadaşıma yakın olma arzusu, Fenerbahçe maçlarını göremememden oluşan bir sıkıntı beni Türkiye’ye döndüren sebeplerdir.

Fenerbahçe aşkı kimden geldi?
Babadan. Benden de oğluma geçti. Oğlum, aramızda en şanslı olanımız. Bir buçuk yaşından beri her maçına gitti Fenerbahçe’nin. Dünya futbol literatürünü de çok iyi biliyor. Şu anda koysanız bir televizyonda futbol eleştirmenliğini çok iyi yapabilir. Yaş on buçuk.

Gelecek için düşünceleriniz ve planlarınız nelerdir?
Gelecek de bir gün gelecek. Halkın benimle alakalı çok güzel planları var. Beni hala CHP Genel Başkanı görmek isteyen çok sayıda insan var. Bununla alakalı da bir kitabım var. CHP’nin iktidar olması için neler lazım? Nasıl bir parti, nasıl bir demokratik açılımını başarmış parti nasıl gündeme gelir? Yüzde kırk beş oy almanın formülü nedir? Gençlere kadınlara nasıl açılırız? Tek borazanı olan bir başkan değil, partinin hamalı olan bir başkan modeli. 2003 yılında, Türkiye’ye ve partiye çağ atlatacak öneriler getirmiştim ve çok heyecan yaratmıştı. Kanıtlamadığınız bir şey söylemek zor. Esasen o kurultayı ben kazanmıştım. Genel başkan seçimine iki saat kala CHP tüzüğünü değiştirdiler. Yüzde beş olan delege imza gereğini ki ben yüzde on götürmüştüm ama yüzde yirmiye çıkardılar. Ben o kurultayda yarışa katılamadım. 2003 kurultayında ciddi bir şans kaçırdı Türkiye. Önümüzdeki günlerde CHP tüzüğünün tam demokratik bir yapıya kavuşması için bir çalışma yapıp bunu kamuoyuna açacağım. Kamuoyu buna destek olursa CHP demokratik devrimini yapıp 2010 kritik seçimine halkı arkasına alıp girebilecek. CHP’nin kapalılığından şikâyet eden Türk halkı bu savaşı gereken yoğunlukta veremeyip suçu başkasına atarak sorumluluğunu geçiştirirse yine hiç bir şey değişmeyecek.

Yazar Hakkında /

2003 yılından bu yana, hedef kitlesi AB ve A+ olarak belirlenmiş bir çok baskı, web, pr, organizasyon işinde başarılı projelere imza atmış olan MAG hayatın her alanında en iyi olmayı hedefleyen, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek, özel zevkleri olan ve hobileriyle yaşamını renklendiren, sosyal sorumluluklarının bilincinde olan, belirli kesimden kabul ettiği müşterilerine yıllardır sağlamış olduğu yüksek başarı grafiği ile doğru planlanmış bir büyüme ile sektöründeki hayatına devam etmektedir.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.