© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

İsveç Büyükelçisi Lars Wahlund

İsveç Büyükelçisi Lars Wahlund

Bu ayki röportajımız için, 2013’ten beri görevli olduğu ülkemize gönül vermiş ve insanımızla kaynaşmak konusunda büyük bir başarı göstermiş İsveç Büyükelçisi Lars Wahlund ile birlikteyiz. Türkiye’nin her yerinden insanlarla kurduğu yakın ilişkiler ve projelere yaklaşımı onun mütevazi kişiliğini de ortaya koyuyor.

Rezidansta son derece nazik ve misafirperver bir tavırla karşılayan İsveç Büyükelçisi Lars Wahlund, tarihe ilgili oluşunu rezidansın tarihi hakkında edindiği ilginç bilgileri aktararak ortaya koyuyor. İsveç 1930’da Ankara’da bir elçilik açmaya karar verdiğinde, ilk Büyükelçi, bugünkü İsveç Büyükelçiliği’nin bulunduğu Cinnah Caddesi’nin başındaki araziyi buluyor. Halen yaşayan meşe ağaçlarıyla, şimdi olduğu gibi o zaman da eşsiz bir yer olan elçilik arazisi en üst düzeyde korunmuş. Timurlenk ve Beyazid’in ordularının 1402’de Çubuk’ta karşılaştığı Ankara Savaşı sırasında, Timurlenk fillerini bu meşe ormanına saklamış. Kavaklıdere boyunca tüm arazi bu meşe ağaçlarıyla kaplıymış. Anlatılanlara göre İsmet İnönü bu araziyi farklı bir proje için düşünüyormuş. İlk Büyükelçi (aynı zamanda Ankara Atlıspor Kulübü’nün de kurucularından) burada atıyla bir gezinti yapar. Daha sonra Atatürk ile bir karşılaşmasında kendisine bu araziyi almak istediklerini söyleyince Atatürk de bu isteği kabul eder. Bir İsveç-Danimarka trenyolu konsorsiyumu, yeni Cumhuriyet için burada trenyolu rayları döşüyorlarmış ve tren istasyonları tasarlayan Avusturyalı bir mimarları varmış. Elçilik binası için, bu mimarın istasyon binası olarak çizdiği proje alınıyor ve üzerine bir kat daha çıkılıyor. Yani elçilik binası, aslında bir Türk tren istasyonu binası olarak tasarlanmış. Röportajı yaptığımız salon da istasyonun bekleme salonuymuş.

Büyükelçi Wahlund, birçok kültüre ev sahipliği yapan ülkemizde bulunmanın, tarihe meraklı biri olarak kendisi için çok ilginç bir deneyim olduğunu belirtiyor. Babası İsveç Kilisesi’nde rahip olduğu için, İncil’de geçen birçok hikayenin bu topraklarda geçtiğini biliyor. Kendisi ülkemizin pek çok güzel tarafının dışarıda bilinmediğinin de farkında…

Türkiye’de görev süresinin beşinci yılında bir büyükelçi olarak edindiğiniz tecrübelerle Türkiye ve Türk insanı hakkındaki genel kanınız nedir?

2013 yılından beri burada görevdeyim ve bu süre zarfında çok yoğun yıllar yaşandı. Gezi Protestosu, 15 Temmuz, en azından 35 terör saldırısı, kaç seçim oldu bilmiyorum. Şunu söylemeliyim ki, Türk insanı çok esnek, kendini çabuk toparlayan ve sabretmeyi bilen bir toplum. Türk halkı genel olarak misafirperver ve arkadaş canlısı. Bunların yanı sıra komplo teorilerini de çok seviyorsunuz ama uzun süre Balkanlar’da görev yaptığım için birçok benzerlik görebiliyorum. Bu sebeple Türk halkının ve Balkan halklarının bakış açısı arasında da çok benzerlik olduğunu söyleyebilirim.

İsveç, Avrupa Birliği üyelik sürecimize en kuvvetli desteği veren ülkelerden biri. Sizce Türkiye’nin, birliğe getireceği kazanımlar nelerdir?

Bu soruya geniş kapsamlı bir cevap vermek isterim; Türkiye tabii ki önemli bir ülke. Oldukça büyük bir ekonomisi var ve Türkiye, Avrupa için önem teşkil ediyor ama bence Avrupa da Türkiye için önemli. Türkiye, İsveç gibi ihracata dayalı bir ülke, petrol olmadığı için ekonomi ihracatla besleniyor. Sizin için de Avrupa için de, dünyadaki ortak pazar ve ticaret bölgesine ait olmanız büyük fayda sağlar ki bu da çok şey demektir. Bugün bile sanırım bu ülkeye yapılan tüm yabancı kaynaklı yatırımların yüzde yetmiş beşi Avrupa’ya aittir. İhracatınızın yüzde ellisinden fazlası da Avrupa’ya gidiyor. Tüm otomotiv endüstriniz Avrupa ile bağlantılı, Avrupa markaları üretiliyor ve çoğu da yine Avrupa’da satışa sunuluyor. Ekonominin dayanak noktaları ve ilişkiler bazında, katılımın faydalı olacağına inanıyorum.

Türkiye ile İsveç arasında 2014 yılında imzalanan Ekonomik ve Ticari Ortaklık Komitesi’nin (ETOK) günümüze kadar olan getirilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dürüstçe cevap vermeliyim ki, bir dönem Türkiye’de yaşananlardan ötürü, ticari ortaklığın o kadar da verimli sonuçlarını göremedik. Bu tür ekonomik ortaklıklar birçok ülke arasında yapılıyor ama bazen acil önceliği olan konular sebebiyle gerekli çalışmaların yapılması mümkün olmuyor. Ama tüm bu durumlar normalleşiyor ve çalışmaları başlatabileceğimizi umuyoruz. Öte yandan burada 300 civarında İsveç firması bulunuyor ve sanırım yaklaşık 60 bin insan bu firmalarda çalışıyor. En büyüklerinden bazıları güvenlikle ilgili üretim yapıyor. Bu alanda çalışanlar Kocaeli’de yaşıyor ve emniyet kemerleri üretiyor. Aslında en büyük istihdam sağlayan firmalardan biri, bir kozmetik firması olan Oriflame. Bu firmada sanırım 100 bin kadar insan çalışıyor ya da satış yapıyor. Fakat çalışan olarak değil komisyon usulüyle kazanıyorlar. Ikea, Volvo, SKF, Spotify, İstanbul’da açılan O’Learys spor kafe-restoranlar, Türkiye’de halen aktif olan İsveç endüstrisine ait firmalardır. İsveç’te de Türk yatırımları var ama son yıllarda yatırım yapan ve üretime başlamış daha çok Türk firması görüyoruz. Örneğin, Hälsa Yatak Firması İsveç’teki Türk üretici firmalardan birisi ve Ankara’da da mağazaları var.

Türkiye’de pek çok şehirde bulundunuz. Ziyaret ettiğiniz şehirlerin dikkatinizi çeken farklı yönleri nelerdi?

Türkiye çok çeşitlilik gösteren ve Osmanlı İmparatorluğu’nun temelleri üzerine kurulmuş bir ülke. Bu da Türkiye’deki çeşitliliği açıklayan en önemli unsurlardan biri. Tabii ki Mardin, İzmir, Van, Trabzon gibi iller arasında büyük farklılıklar var. Bu aynı zamanda Türkiye’nin kültürel zenginliğini oluşturuyor. Her hafta genellikle dört-beş öğlen ya da akşam yemeğine katılıyorum. En çok dikkatimi çeken şeylerden biri, bu ortamlarda insanların birbirine sıkça sorduğu şu soru: “Nerelisiniz?”, “Nereden geldiniz?”. Arkasından, “Biz şu şehirden geliyoruz”, “Şu kadar yıldır ailem falanca köyde yaşamış“, “Dedelerim şurada doğmuş, oradan buraya gelmişler” gibi cevaplar geliyor. Bu cevaplara baktığınız zaman, Türkiye’nin bu topraklara oldukça yeni gelen insanlardan oluşan bir ülke olduğunu görüyorsunuz. Osmanlı İmparatorluğu zamanından beri burada yaşamış ailelerin yanı sıra, göçmenler de çok. Burada tanıştığım insanlar içinde sıkça karşılaştığım Makedonya’dan, Arnavutluk’tan ve Bosna’dan gelenler oldu. Türkiye Cumhuriyeti 1923’te yeni kurulmuş bir ülke ama buraya yerleşmiş nüfusun içinde geniş uzantıları da olan bir ülke. Makedonya’da bulunduğum zamanlardan biliyorum, orada da hala yaşayan ve Türkiye’de akrabaları olan Türkçe konuşan bir azınlık var. Makedonya’da Üsküp Havaalanı’nda bile, 2. Dünya Savaşı ve Balkan Savaşları sonrasında, hatta 1950’lerde bile gruplar halinde aileleri Türkiye’ye gelmiş insanlar tanıdım. Ayrıca Sırbistan’ın Karadağ sınırına yakın Sancak Bölgesi’nden olanlar vardı. Üsküp Havaalanı gidiş alanına gelmişler ve oradan ayrılmamışlar. Havaalanı civarında yaşıyorlar ve onlara “Sancak etabı” deniyor. Bu durum, bu insanların Balkanlar ile güçlü bağlarını ortaya koyuyor.

İsveç’te yaşayan yaklaşık 115 bin kişilik Türk toplumu, ikili ilişkilerimizde ne tür bir unsur oluşturuyor?

Aslında sanırım bu rakamdan daha fazla, 150 bin kişi kadar olduğunu zannediyorum. Bu 150 bin kişilik topluluğu çoğunluklarına göre gruplar halinde oranlarsak, yaklaşık üç buçuk kesite ayırabiliriz. 50 bin kişi, 1970’lerde Midyat’dan gelen Süryaniler, çoğunlukla Stockholm’ün dışındaki Södertälje’da yaşıyorlar. 50 bin kişi kadar, Konya’nın Kulu ilçesinden gelenler var. İsveçli bir işadamı, buralı bir Türk arkadaşından İsveç’te çalışmak isteyenleri organize etmesini istiyor ve bu bölge halkından İsveç’e göç oluyor. Üçüncü grup ise Güneydoğu’dan gelenler. Gelenlerin içinde çok başarılı insanlar biliyoruz. İyi bilinen politikacılar, sanatçılar, futbolcular ve entellektüeller var. Oranda yarım olarak yer alan grup ise 1970’lerde gelen siyasi göçmenler. Çok kalabalık bir grup değiller, yaklaşık 10 bin kişiden bahsediyoruz. İçlerinde Yaşar Kemal, Yavuz Baydar, Şahin Alpay ve Zülfü Livaneli gibi iyi bilinen isimler de var. Bazıları İsveç’e gittiler ve orada kaldılar, bazıları ise Türkiye’ye geri döndüler. Ama sonuç olarak tüm bu gruplar İsveç’te iyi entegre olmuşlardır. Hatta İsveç’te Kulu’dan gelenlere Kulu İsveçlileri diyebiliriz. Kulu’da da Olof Palme Parkı ve bir İsveç pizacısı bile var. Ayrıca Kulu’da bir Fahri İsveç Konsolosumuz da bulunuyor.

Bir Türk rock grubunun klibinde rol almayı kabul ederek çok içten bir tavır sergilediniz. Bu çalışmada yer almak nasıl bir tecrübeydi?

Evet, çok ilgi çeken ve başarılı bir klip oldu. Arkasından aynı konuyla ilgili, yani Türkiye’de çok bilinen “Ah bir ataş ver’” isimli türküye konu olmus, 1953 yılında İsveç bandıralı bir ticaret gemisiyle kaza sonucu çarpışan ve 81 Türk askerinin şehit olduğu Dumlupınar isimli denizaltının hikayesini anlatan bir film projesi oldu. Bana da filmde o dönemki İsveç Büyükelçisini canlandırmam için teklifte bulundular ve ben de severek kabul ettim. Ancak daha sonra maddi yetersizliklerden dolayı maalesef film çekimini ertelediler. Yine böyle bir teklifte bulunurlarsa memnuniyetle kabul ederim. Bir diplomatın, ülkesini temsil etmek ve bu konuda dikkat çekmek için alışılagelmiş olmayan metotlardan kaçınmaması gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye’den ayrıldığınızda buraya ait en çok neleri hatırlayacağınızı düşünüyorsunuz?

Hatırlayacağım o kadar çok şey var ki, içlerinden seçmek oldukça zor… Ama kişisel olarak unutmayacağım şeylerden biri, Ekim ayından itibaren kış boyunca piyasada olan taze narlar. Narı çok severim ve ülkenizdekiler gerçekten ayırt edilebilir özellikte. İsveç’te taze nar bulmanız mümkün olmuyor. Benim sevdiğim yöntem nar suyunu soda ile karıştırıp içmek. Almanya’da elma suyunu soda ile karıştırırlar ama ben nar ile kendi tarifimi yarattım. Burada nar bana Mardin’den geliyor. Son zamanlarda yapılan bilimsel araştırmalara göre antioksidan açısından da çok zengin olduğu biliniyor. Çok sağlıklı ve kanser riskini azaltıyor. Ayrıca Türkiye’de yetişen cevizi de çok sevdim. Ceviz de Malatya’dan geliyor. Yoğurdunuzu da unutacağımı zannetmiyorum, çok lezzetli!

Ülkeniz kış sporlarıyla ve kış turizmiyle ünlü bir ülke. Türkiye’de bir kayak merkezinde tatil yapma fırsatınız oldu mu?

Evet birkaç kez Kartalkaya’da ve Ilgaz’da bulundum. Kayak konusuna gelince ben interkros arazi kayakçısıyım. Kartalkaya’ya da ailemle bunun için gitmiştim. Ne yazık ki ben değilim ama benden önceki büyükelçi iyi bir kayakçıymış. Birkaç kez Erzurum’a gitmiş ve harika bir yer olduğunu söylemişti. Ben daha çok interkros arazi kayağı yapmayı seviyorum. Personelimden Kayseri’ye, Erciyes’te kaymak için gidenler oldu ama ben gitmek için vakit bulamadım. Giden Kanada Büyükelçisi ile Ankara’da buz hokeyi oynardık. Çocuklarımın da burada suni bir pistte pratik yapmaya gittiklerini hatırlıyorum. Siz burada daha çok slalom kayak yapıyorsunuz va hatta imkanlarınız İsveç’tekinden daha iyi. Çünkü özellikle benim geldiğim Stockholm de dümdüz değildir ama dağlarımız sizinkiler gibi değil. Kuzeyde dağlar oldukça uzakta ve civardaki pistlerimiz Elmadağ’dan daha az eğimli. Gerçek bir kayak yapmak isterseniz kuzeye doğru binlerce kilometre gitmeniz gerekir ama ben interkros için Türkiye’de yine bir yerlere gitmeyi umuyorum. Ülkenizde çok yaygın değil ama çok keyiflidir. Yüzme gibi tüm kol ve bacak kaslarını çalıştıran bir spor.

Yazar Hakkında /

2003 yılından bu yana, hedef kitlesi AB ve A+ olarak belirlenmiş bir çok baskı, web, pr, organizasyon işinde başarılı projelere imza atmış olan MAG hayatın her alanında en iyi olmayı hedefleyen, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek, özel zevkleri olan ve hobileriyle yaşamını renklendiren, sosyal sorumluluklarının bilincinde olan, belirli kesimden kabul ettiği müşterilerine yıllardır sağlamış olduğu yüksek başarı grafiği ile doğru planlanmış bir büyüme ile sektöründeki hayatına devam etmektedir.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.