© Copyright 2018 Mag Medya
Başa Dön

“Benim İşim Gazetecilik”

“Benim İşim Gazetecilik”

Gazeteciliğin Önemli İsmi Mehmet Yakup Yılmaz İle Gazetecilikten Dergiciliğe, Spordan  Siyasete Ve Teknolojiyle Birlikte Hızla Değişen Medya Üzerine Keyifli Bir Söyleşi Gerçekleştirdik.

Otuz beş yıla yakın zamandır gazetecilik yapıyorsunuz. Bu işteki ilk yıllarınızı ve bugünü düşündüğünüzde, “gazetecilik” sizin için ne demekti, şu an ne anlama geliyor?
Mehmet Yakup Yılmaz:
Çok büyük bir fark yok aslında. O zaman ne hissediyor ve düşünüyorsam şimdi de aynı şeyleri düşünüyorum. Gazeteciliği tercih etmemin sebebi, kendimi bir devlet dairesinde memur olarak görememek… Ben Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye bölümünü bitirdim. Bu bölümden mezun olanlar genelde ya Maliye, ya Ticaret Bakanlığı’na girerler, müfettiş olurlar… O yol, bürokrasi içinde. Ya da özel sektörde bankalara falan girerler. Hangi yolu seçerseniz seçin, özel sektörde de, devlette de öyle çok bağımsız hareket etme olanağına sahip olmaz insan. O yüzden ben, özgür olmak için gazetecilik mesleğini seçtim. Şu anda da çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Aynı şeyleri düşünüyorum.

Türkiye’de Fanatik, Posta ve Radikal gibi içerik ve duruş açısından bu denli farklı gazeteleri yaratmaya sizi iten sebepler nelerdi?
M.Y.Y:
Şimdi benim işim, gazetecilik. Gazeteci dediğiniz zaman tüm bu hayatın her yönüyle ilgilenen insan olmalı ki görevini yapabilsin. Gazete çıkarmak, dergi çıkarmak, her şeyden önce okuyucu tarif etmek demek. Ben bir gazete çıkaracağım, onu şu tür insanlara satacağım.  Bu tarifi yaptığın zaman o insanların ne istediklerini, ne tür şeylere merak duyacaklarını, nasıl bir şey okuyor olacaklarını tahmin ediyor olman lazım. Onun için çok şaşılacak bir şey değil. Sadece gazeteler değil, dergiler de çıkarttım. Bu, piyasada nerelerin boş olduğunu görmek diyelim.

Gazete ve dergi okuyucuları arasında bir fark var mı?
M.Y.Y:
Yok, çok fazla bir fark olmaz, aynı insanlar sonuç olarak. Ama her derginin, her gazetenin hitap ettiği insan sayısı farklı… Beceri, o farklı insanlara hoşlanabilecekleri dergiyi vermek. Aralarında önemli bir fark yok, yani süreç aynı.

Dergide yazmakla, gazetede yazmak arasında fark vardır, herhalde…
M.Y.Y:
Fark var çünkü periyodları farklı, güncellikleri farklı… Gazetede zamana karşı daha bir yarış ve hız gerekiyor, dergide bu gerekmiyor. Dergide biraz daha derinleşmek gerekiyor. Bu da herkesin yapabileceği kadar kolay bir şey değil. Yani gazete yazarları da dergilerde yazmaya çalışsalar muhtemelen büyük bölümü başarılı olamaz.

Öğrencilik yıllarınızda ve gazeteciliğe yeni başladığınız dönemlerde daha çok politik kimliğinizle ön plandaydınız. Şu an politik kimliğinizde ve bunu dışavurumunuzda o yıllara kıyasla bir fark olduğunu söyleyebilir misiniz?
M.Y.Y:
Politik görüşlerimde çok fazla bir değişiklik olmadı. Eskisine göre biraz daha fazla demokrasinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ama siyasi düşünceleri açıklamak ve dışa vurmak konusunda farklar oldu. Eskiden daha keskindim, daha serttim, şimdi başka düşüncelerin de doğru olabileceğini, peşin yargıyla hareket edilmemesi gerektiğini bilecek kadar yaşlandım. Elli yaşımı geçtim… Bu; gençlikle, yaşlılık arasındaki fark… Yirmi yaşındaki birinin siyasi fikirlerini açıklama biçimi ile elli yaşındaki birinin siyasi fikirlerini açıklama biçimi arasındaki fark… Daha sakin, daha yumuşak… Olgunlaşmakla, büyümekle ilgili…

Türkiye’nin en çok satan ve gündemini belirleyen gazetelerinde üst düzey konumlarda çalıştınız. Yazdığınız her yazının ülke gündemini değiştirebilecek güçte olduğunu bildiğiniz böyle önemli görevlerde çalışmanın avantajları ve dezavantajlarından bahsedebilir misiniz?
M.Y.Y:
En önemli avantajı; ne düşünüyorsan onu yazabiliyorsun ve birçok insan senin düşünceni paylaşsa da paylaşmasa da senin görüşünü öğreniyor, bu önemli bir şey. İnsanın kendine güvenini arttırtan bir durum. Dezavantajı; her yazdığın herkes tarafından beğenilmiyor, eleştiriye daha açık hale geliyorsun. Eleştiriye tahammül etmek zamanla öğrenilen bir şey. Öyle herkesin içine kolayca sindirebileceği bir durum değil. Gençken en yakınımızın bile bir olumsuz sözüne nasıl tepki verdiğimizi düşünürsen, zaman içinde insan ona da alışıyor. Kamuoyunun gözünün önündesin ve her yazdığın yazının, attığın başlığın bir sorumluluğu var, onu taşımak da ağır bir yük esasında.

Müzikten futbola, gençlik konularından politikaya kadar her konuya dair gazetecilik yaptınız. Bu kadar geniş bir alanda söyleyecek sözünüz olması planladığınız bir şey miydi?
M.Y.Y:
Hayır, tek bir konuda uzmanlaşmayı hiç düşünmedim. Ben ilgisi açık bir insanım, müzikle de ilgilenirim, sporla da ilgilenirim, sporun değişik dallarıyla da ilgilenirim, edebiyatı da severim yani tek yönlü bir insan olmadığımı düşünüyorum. O yüzden tek bir şeyde uzmanlaşma yoluna gitmedim. Ama bir uzmanlıktan söz ediyorsak, gazete çıkarmak da bir uzmanlık diyebilirim.

Futbol konusunda Türkiye’de görüşleri referans kabul edilen kalemlerden birisiniz. En az futbol kadar meraklı olduğunuz ve ilgilendiğiniz başka bir spor dalı var mı?
M.Y.Y:
Basketbol takip ederim. Voleybol maçlarını yeni yeni izlemeye başladım. Kişisel olarak sadece yürüyüş yapıyorum. En çok takım sporlarını severim.

“Freebag” çantalarının isim babasısınız…
M.Y.Y:
Evet doğru. O zaman Free dergisini çıkarıyorduk. Bu bele takılan çantaları promosyon olarak veriyorduk. Derginin adı da free idi. Adını “freebag” koyduk. Sonradan yaygınlaştı.

Fanatik gazetesinin “fanatik doğan çocuk” reklamı hala hatırlanan ve tartışılan bir reklam… Yaratıcı gücünüzün çok kuvvetli olduğu ve ne denli akılda kalıcı işler yapılabileceği sonucunu çıkarabilir miyiz?
M.Y.Y:
Buradan bu sonucu çıkaramayız çünkü sonuçta reklamı ben yapmadım. Sadece kabul etme cesaretini gösterdim. Yoksa yaratıcıları; Güzel Sanatlar Reklam Ajansı’ydı. O dönemde, orada çalışan kreatif direktörler… O, eski bir tartışma. Bir reklamın sahibi kimdir? Onu yaratan mı, yazan mı yoksa onu kabul eden mi, satın alıp yayınlayan mı? Tavuk – yumurta tartışmasına benziyor bu biraz. Ama esas kreatif olarak yaratanlar reklam ajansıdır.

70’lerde Yankı dergisinde çalışmışsınız. Patronunuz da Ahmet Taner Kışlalı’nın kardeşi Mehmet Ali Kışlalı… Biraz eskilere dönsek…
M.Y.Y:
Benim ilk patronum Mehmet Ali Kışlalı’dır, hala Radikal’de yazıyor. O zaman Yankı dergisini ve Outlook diye İngilizce bir dergiyi yayınlardı. Ben Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde iyi bir öğrenciydim, Ahmet Taner Kışlalı da hocamızdı. Bana gazeteci olmak isteyip istemediğimi sorduğunda, olumlu cevap verdim ve beni oraya götürdü. Tanıştığım patronlar; Mehmet Ali Kışlalı, Ercan Arıklı, Sedat Simavi, Aydın Doğan’dır. Aslında son elli yılın en önemli dört patronuyla çalıştım. Aralarında ne fark var dersen… Mehmet Ali Abi gazeteciydi. Gazetecilikten geliyordu ve abi diyorduk. O zaman patron demezdik, abi derdik. O, bize gazeteciliği öğretti. Hiç gazetecilikle alakası olamayan, sermayedar olarak yayın organı sahibi olan patronum; Ercan Arıklı’ydı. Yeniliklere açık bir insandı, gençlere fırsat verme yanlısıydı. Erol Simavi, çok uzak bir patrondu. Hürriyet’te çalıştığım yıl içinde belki on kere ya görmüşümdür ya görmemişimdir. Ki o dönemde ben dergi grubunun genel müdürüydüm. İstanbul’da değildi zaten, çoğu zaman İsviçre’de yaşardı. Ancak buraya geldiğinde, on dakika yarım saat görürdüm. Sedat Simavi’yle daha çok, yakın çalıştık. O da gazetecilik heyecanı taşıyan bir patrondu ama daha çok avcılık, balıkçılık gibi kendi özel ilgi alanlarıyla meşguldü. İşte o yüzden Hürriyet’i sattılar. Aydın Doğan insana çok şey veren bir patrondu. Güvendiği zaman, sonsuz hareket serbestliği veren bir patron. Onun patronluğunda üç tane gazete çıkarttım. Milliyet’te de genel yayın yönetmenliği yaptım. Onun en belirgin özelliği hesabını iyi bilmesi ve bizlere inisiyatif kullanma konusunda gazetelerde bir özgürlük alanı yaratmasıdır. İçlerinde en iyi tanıdığım, en yenilikçi patron Dinç Bilgin’di. Aceleciydi, her şeyin en yenisini hemen hayata geçmesini isterdi. Teknoloji konusunda da öyle…

Playmen dergisini de siz çıkarıyordunuz… Yasaklı dergilerden miydi?
M.Y.Y:
Playmen’i de ben çıkarıyordum. Turgut Özal, başbakandı. O zamanlar küçükleri muzır neşriyatten koruma kanunu çıktı ve o dergiler poşete girdi. Aslında bugünün erkek dergilerine baktığımızda, onların yanında çocuk dergisi gibi kalıyor ama o zamanın anlayışı öyleydi. Onları pornografik yayın gibi algılayan bir hükümet vardı. Zaten doğal ömürlerini de tamamladılar diye düşünüyorum.

Milliyet gazetesi ve Hürriyet gazetesi…
M.Y.Y:
Okuyucuları farklı iki gazete; olaylar karşısındaki tutumları tamamen farklı olduğu için. Hürriyet daha bir kitle gazetesi Milliyet’e göre. Milliyet de çok geniş bir yelpazeye hitap ediyor ama okuyucuları genellikle daha muhafazakar. Yani bulundukları siyasi görüşlerde ve toplumsal konulardaki tutumları konusunda muhafazakar insanlar. Daha sosyal demokrat bir gazete.

Milliyet’in satışlarındaki düşüşün nedeni, dünyadaki sosyal demokratların düşüşüyle ilgili olabilir mi?
M.Y.Y:
Milliyet’in rakamlarındaki düşmenin sebebinin o olduğunu düşünmüyorum. Gazetecilik tercihleriyle ilgili olabilir.

Siz ayrıldığınız için düşmüş olabilir mi?
M.Y.Y:
Öyle bir iddiam yok ama aslına bakarsanız ben ayrıldığımda satışlar yarı yarıya düştü. (gülüyor)

Aydın Doğan’ın tek başına medya patronu olması hakkında ne düşünüyorsunuz?
M.Y.Y:
Bu iş tabi ki çok büyük sermaye gerektiren bir iş ama tek başına bir patronun mücadeleye girmesi zor. Medyanın büyük bölümünü kabul ediyor olması Aydın Doğan’ın kabahati mi? Bence onun kabahati değil. Şundan dolayı değil, mesela ben Posta’yı çıkarttığımda Aydın Doğan, bu gazetelerden Hürriyet’i ve Milliyet’i satın aldı. Sıralamada Hürriyet üçüncü, Milliyet son sıralardaydı. Dolayısıyla o dönemde tekelleşmeden söz etmek mümkün değil. Ama mesela Posta’yı çıkarttığımız dönemlerde Sabah grubundan da Takvim diye bir gazete çıktı. Posta, Takvim’in her zaman üç dört katı sattı. Sabah’ta Fotomaç diye bir gazete vardı biz Fanatik’i çıkarttık. Fanatik, Fotomaç’tan çok sattı. Hatta bir dönem bütün spor gazetelerinin toplamı kadar satıyordu. Sabah’ta Yeni Yüzyıl vardı biz Radikal’i çıkarttık. Şimdi ne Takvim’den söz edilir ne Yeni Yüzyıl’dan… Bu gazetelerin tutmuş ve piyasanın tamamını kapsamış olması Aydın Doğan’ın suçu değil. Diğer gazeteleri yöneten arkadaşların suçu… Yani bir tekelleşme isteğinden çok piyasanın gelişmesi ve gazetelerin yapısı buna yol açtı. Dolayısıyla tek elde toplanma diyemeyiz.

Okuyucu, gazeteyi neye göre seçer? Okuyucunun isteklerine göre mi gazete çıkarılır?
M.Y.Y:
Önce bir hedef tayin etmek lazım; nasıl bir ürün çıkaracağıma karar veririm. Kim daha iyi ürün yapıyorsa okuyucu da doğal olarak onu tercih ediyor. Gazete yöneticisinin üzerinde haber baskısı olduğu kadar satış baskısı da var. Yani yaptığın gazeteyi kimse almıyorsa, beğenmiyorsa, okumuyorsa orada bir şey yapmıyorsun demektir. Yuvarlanıp gidiyorsun anlamına gelir. O zaman da işte okuyucunun tepkisine göre gazetene bir şekil vermen gerekir. Birbirini etkileyen bir süreç… Elbette ben karar veriyorum okuyucunun kim olup olmayacağına ama benim orada kalıp kalmayacağıma karar veren de okuyucu.

NTV Spor’daki Ters Köşe programından biraz bahsedebilir misiniz?
M.Y.Y:
NTV Spor’daki program, NTV’nin başındaki Cem Aydın’ın ricasıyla oldu. Bir sohbet programı istediler. Kanat Atkaya ve Cem Dizdar’la zaten birbirimizi tanıyoruz. Burada da olsa aynı şekilde sohbet ederiz. Daha çok yeni bir program olduğu için izleyici onu beğendi mi, devam eder mi, hiç belli olmaz o işler. İzleyici beğenmediyse devam etmez, reyting almıyorsa, izlenmiyorsa bu program da yayından kaldırılır. Bir şey söylemek zor… 90 Dakika’yı, NTV bitirdi. Hıncal Abi’yle Haşmet, bayram sonuna kadar çalışmamaya karar verdiler. Ne olacak, bu konuda da bir netlik yok.

Bizim en çok izlediğimiz programdı…
M.Y.Y:
Evet, niye kaldırdıklarını bilmiyorum. On iki yıldır yerleşmiş bir televizyon programı. Ama vardır bir hesapları…

Medyanın geleceği hakkında ne düşünceleriniz nelerdir?
M.Y.Y:
Hiç kuşkusuz medyanın geleceği internet elinde olacak. Yani teknolojinin nasıl değiştiğini göz önünde tutarsak bugün interneti çok önemli ve hızlı buluyoruz. Yarın başka bir şey çıkabilir. Bunu kestirmek zor ama bugünkü tabloda internetin hızıyla yarışmak mümkün değil. Herkes o hıza göre kendini yeniden değiştirdi. Radyo çıktığında da artık gazete satmaz deniyordu ama gazeteler kendilerini değiştirdiler, radyoyla rekabet edebildiler. Sonra televizyon çıktı, renkli televizyon çıktı, gazeteler ölür dendi ama rekabet sürdü. Şimdi internet için de aynı şey söyleniyor ama internetin radyoyla televizyondan temel farkı çok daha küçük bir sermayeyle bunu yapmak mümkün, ikincisi oradaki hız gazetelerin ve dergilerin yapısını değiştirecek. Ayakta kalmak istiyorsa gazeteler o hızla yarışamayacağına göre başka bir şey yapmalı ki ayakta kalabilsin.

Geleceğe yönelik, sizin projeleriniz neler?
M.Y.Y:
Yok valla gelecek projem. Yazımı yazıp keyfime bakmak istiyorum.

Fenerbahçe’de yönetici olmayı düşünür müsünüz?
M.Y.Y:
1997’de iki sene yönetim kurulu üyeliği yaptım. Pek bana göre bir şey değil. Gazete yöneticiliği de demokratik gibi görünse de bir tür diktatörlüktür esasen. Evet, yazı işleri konusunda yirmi kişi oturup serbestçe fikrini söyler ama sonunda oylamayla değil genel yayın müdürünün ya da o toplantıdaki yazı işleri müdürünün verdiği kararla biter. Herkes, her şeyi söyler gazete yöneticisine ama kararı o verir ve o karar da tartışılmaz. Şimdi böyle yöneticilik geçmişi olan birisinin spor kulüpleri gibi başı sonu belli olmayan yerlerde yöneticilik yapması çok zor.

Röportaj: Ersin AL

Yazar Hakkında /

2003 yılından bu yana, hedef kitlesi AB ve A+ olarak belirlenmiş bir çok baskı, web, pr, organizasyon işinde başarılı projelere imza atmış olan MAG hayatın her alanında en iyi olmayı hedefleyen, sosyo-ekonomik seviyesi yüksek, özel zevkleri olan ve hobileriyle yaşamını renklendiren, sosyal sorumluluklarının bilincinde olan, belirli kesimden kabul ettiği müşterilerine yıllardır sağlamış olduğu yüksek başarı grafiği ile doğru planlanmış bir büyüme ile sektöründeki hayatına devam etmektedir.

Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.